10 Ağustos 2011 Çarşamba

Teravih namazı evde mi kılınmalı?

Teravih namazı, sadece bugün değil, önceki dönemlerde de çok konuşulmuş bir konudur. Âlimler uzun uzadıya konuşmuş, tartışmışlar. Bu tartışmaların bütününe dikkat edildiğinde iki görüşün savunulduğunu görmek mümkün.

Hem Buharî hem de Müslim’de anlatılan bir hadise bu iki görüşe de temel teşkil ediyor. Buna göre, bir ramazanda Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam efendimizin mescitte namaz kıldığını gören birkaç sahabe gelip ona tabi oluyorlar ve namazı cemaatle eda ediyorlar. Bu şekilde birkaç gün devam ediyor ve her geçen gün cemaat iyice kalabalıklaşıyor. Ancak sonraki akşam Allah Resulü cemaate katılmıyor. Daha sonra bunun nedenini soran cemaate şu açıklamayı yapıyor:

“Bu namaza olan iştiyakınızı biliyorum. Ancak size bu namazın farz olmasından endişe ettiğim için mescide gelmedim. Size farz kılınmış olsa ona güç yetiremezsiniz. Bu nedenle namazı evlerinizde kılınız. Çünkü farz olan müstesna, kişinin en faziletli namazı evinde kıldığı namazdır.”

(Başka bir rivayete göre ise, 8 rekât teravih kıldıktan sonra ayrılıyor. Bundan dolayı teravih namazının 8 rekât olduğunu söyleyenler de olmuştur.)

Şimdi, birinci görüşü ifade eden âlimler, yukarıda aktarılan hadisten yola çıkarak teravihin evde kılınmasında ittifak ediyorlar.

Teravihin cemaatle eda edilmesini savunanlar ise, Resulullah aleyhissalatü vesselamın birkaç gün de olsa cemaatle kıldığını, onu cemaatten alıkoyan şeyin bu namazın da farz kılınma endişesi olduğunu ifade ediyorlar. Yani “Şayet böyle bir endişe olmazsa cemaate devam ederdi” şeklinde yorumluyorlar.

Bu noktada şunu da ifade etmek gerekir ki, teravih namazının varlığı konusunda kesin bir ittifak var. Bütün âlimler bu konuda aynı görüşü paylaşıyorlar. Ancak bunun uygulanması noktasında farklı görüşler serdedilmiş.

İslam tarihine baktığımızda bu iki görüşün uygulanmış halini görebiliyoruz. Evinde kılmayı tercih eden oluyor ve kimse ona bir şey demiyor. Ancak ağırlıklı olarak ikinci görüşün tatbik edildiği hemen fark ediliyor. Hz. Ömer bin Hattab zamanında teravih namazları mescitte cemaatle muntazaman kılınmaya başlanmıştı. Çünkü bu, Hz. Ömer’in emriydi. Kısa zamanda hüsnü kabul görmüş olacak ki, hatimle namaz kılınmaya başlanmış ve bazen namazlar çok uzayabilmişti. Bu nedenle Hz. Ömer, namaz kıldıranlara bir rekâtta en fazla 20 ayete kadar okumalarını söylemişti.

Hz. Ali’nin de halifeliği sırasında valilerine mektuplar gönderdiği ve namazı 8 rekât değil, 20 rekât olarak eda etmelerini bildirdiği de rivayetler arasında.

Yıllar sonra halife seçilen Hz. Ömer bin Hattab’ın torunu Hz. Ömer bin Abdülaziz de (ki İslam âlimlerince ilk müceddid ve beşinci raşit halife kabul edilir) valilerine mektuplar göndererek teravih namazının 20 rekât kılınmasını ve bir rekâtta en fazla 10 ayetin okunmasını tembihlemişti.

Bu noktada belki de bizim nazarlarımızı farklı bir noktaya odaklamamızda fayda var. Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam efendimiz nafile namazları evde kılınanının “daha faziletli” olduğunu vurguladığı için evde kılabilenler daha avantajlı görünüyorlar. Ancak günümüz şartlarını da hesaba kattığımızda durum değişebilir.

Bunu şunun için söylüyorum. Kur’an’ı ezberlemek isteyen bir arkadaşımız bir hocayla görüşüyor ve ona evde çalışmak istediğini söylüyor. Hoca da ona pek çok kritik açıklamalar yapıyor. Bunlardan en çok dikkatimi çeken şey şu oldu. Ona diyor ki: “Doğru olarak ezberleyip ezberleyemediğini anlamak için cep telefonuna okuyarak kaydet. Sonra kaydı dinlerken sayfaya bakarak takip et.” Ancak bunun sonunda şu ikazda bulunuyor. “Sakın cep telefonunun başka bir menüsüne tıklama. Yoksa en ufak bir şey dikkatini dağıtır ve seni dakikalarca bu işten alıkoyabilir. Hatta o günün bitebilir de.”

Daha faziletli olanını elde etmek için camiye gitmeyip de televizyona, internete, sohbete dalmak ve hepten teravihten olmak mümkün. Bunda da çoğu zaman “Sohbet bitsin sonra kılarım” düşüncesi insanı aldatır. Ama gel gör ki sohbet bir türlü bitmek bilmez. Vakit bir hayli geç olur. O saatten ve o yorgunluktan sonra yatsı namazı kılınıp yatılır. Çünkü (gecelerin kısa olduğu şu günlerde) ertesi gün erken kalıp işe gidilecektir ve araya sahur da girmektedir.

Burada dikkatlerden kaçan önemli bir ayrıntı daha var: O da, farz namazlar. Faziletinden dolayı teravihi evde kılmayı tercih eden sahabeler yatsının farzını cemaatle eda ediyorlardı. Şimdi bugün için düşünecek olursak, evde cemaat imkânı olmayanlar yatsı namazını cemaatle eda etmiş olmuyorlar ve cemaatle kılınan farzın yüksek faziletinden mahrum kalmış oluyorlar.

Bu konu ne zaman gündeme gelse benim aklıma Bediüzzaman’ın lihye-i şerifle (Resulullah’ın saç ve sakal telleri) ilgili sorulan bir soruya verdiği cevap gelir.

Soruda Allah Resulü’nün saç ve sakalından düşen parçaların kısıtlı olduğuna değiniliyor ve bugün binlerce yerde lihye-i şerifin sergilendiğine işaret ediliyor. Kısaca “Bu nasıl mümkün olabilir?” diye soruluyor. Bediüzzaman da zihne gelen bu şüpheyi giderecek bir izah yaptıktan sonra, bize pek çok konuda ışık tutabilecek şu önemli notu düşüyor:

“... O saçların ziyareti, vesiledir. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma karşı salâvat getirmeye sebep ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zatına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için, eğer bir saç hakiki olarak lihye-i saadetten olmazsa, madem zahir hale göre öyle telakki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor...”

Bu nokta-i nazardan teravih namazını değerlendirdiğimiz zaman kaynaşmaya, cemaate, kardeşliğe, muhabbete vesile olduğu için de önemlidir.

İkram Arslan




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder