5 Şubat 2015 Perşembe

Nur ve zulümat



“Allah, iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidayet nuruna kavuşturur.” (Bakara suresi, 257)

Buradaki “nur” ve “zulmet” mukayesesinin ilk ve en öncelikli anlamı, “küfür karanlığından iman nuruna çıkarması” olsa gerek. O günün şartları itibariyle insanın “insanlığının” anlaşılması ancak bu nur sayesinde mümkün olmuştur. Peygamberlerin anlattığı hakikatlerden uzaklaşarak insanlığını yitiren insanoğlu, bu iman nuruyla rahat bir nefes almıştır. Bunu, hak ve batılın ana hatlarının bilindiği bugünden bakarak anlamak biraz güç olabilir. Çünkü olayı şartlarına göre değerlendiremeyip anakronizme düşme tehlikesi vardır. Bunu aşmanın en güzel yolu, o zamanın şartlarına göre değerlendirmektir. Tarih aracına binerek İslam’ın Mekke sokaklarında açıkça ilanından bir gün öncesinin karanlığına gidip oradan nazar etmek, sonra da birkaç yıl sonrasına uzanıp İslam’ın gönüllere taht kurmasıyla saadete dönen asrın aydınlığına bakmakla aralarındaki fark hissedilebilir.

Bu nur sayesinde insanlık mahiyet değiştiriyor ve hak ettiği mertebeye oturuyor. Yer ve gök ve bunların içindekilerin de ifade ettiği manalar birden çağ atlayacak derecede manalar yükleniyor. Her şey Allah’ı anlatmaya başlıyor. Adeta her yerde ilimler meclisi kuruluyor.

Burada ayrıca akıl+iman ışığını kullanarak felsefe karanlığından kurtulmak da murat olabilir. Roma, Yunan felsefelerinin-yaygın olmamakla beraber-zihinlere yerleştirdiği “sadece gördüğüne inan” diktesinden kurtarıp, insan gibi bir varlığın “gaybı da öğrenebilme” özelliğini de hatırlatmış ve adeta onu kanatlandırarak medeniyet çağlarının önünü açmıştır.

İnsanoğlu çıkarım yapabilme özelliğine de sahiptir. Gördüğü şeylerden, görmediklerine deliller çıkarabilir ve görmüş gibi inanabilir. Bugün pek çok ilim dalında ve okullarda anlatılan bilgiler bu çıkarımlar neticesinde önümüze gelmiş bulunuyor. Astronominin anlattığı ilimlerin yüzde kaçı kesin olarak gidip görülerek kayıt altına alınan ilimlerden oluşuyor? Eski devirlere dair öğrendiklerimiz de birtakım verilerden yola çıkılarak ulaşılan bilgiler değil midir? Şayet bu çıkarım yapma özelliği olmazsa bugün dinozorlara dair hiçbir şey bilemeyecektir.

Nur, keşif ve gözlemdir. Zulümat gözü kapalı hareket etmektir. Nurla siz aydınlanırsınız, nurla etrafınızı görürsünüz. Ama zulümat size ataleti, durgunluğu telkin eder. Nurda ümit vardır. Zulümatta hep bir endişe ve korku hakimdir. Nur, insana bir hedef verir ve o hedefte yürümesi için sürekli teşvik eder. Zulümat ise yolları kapatarak insanı karamsarlığa sürükler. Nur, ulvi bir davadır. Zulümat ise hakikati örtmek isteyen “kabul-ü adem” kabilinden bir küfürdür. Yani imanı boğmayı dava edinmiştir.

Dolayısıyla nur, insanı eyleme teşvik eder. “Kalk ve kâinatı bir bahçe gibi gez dolaş. Nice sanatlar, nice harikalar varmış bul çıkar” diye telkin eder.

“Nur”un bir yönü de ahiretin varlığına bakar. Allah bizi yokluk karanlıklarından çıkarıp varlık nuruna kavuşturdu. Dünyada da her türlü ihtiyacımızı yaratarak bizi karanlıklardan muhafaza eder ve ediyor. Ve inşaallah yarın ahirette de elimizden tutarak ebedi yokluk karanlığından bizi kurtaracaktır. Kurtaracağına eminiz. Çünkü bu dünyadaki gidişata bakarak bu çıkarımı yapabiliyoruz.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın şöyle bir sözü var: “Hak yol birdir ama batıl yollar sonsuzdur.” Mesela tek kapısı olan bir binaya o kapıdan girebilirsiniz. Ama nereden giremezsiniz dersek kapı dışındaki her santimetrekaresi bir engeldir.
Özetle nur, hangi yönden giderseniz gidin sizi hakikate ulaştıran sihirli bir tılsımdır. Ama karanlık olan, batıl olan, doğru olmayan zulümat ise kimseyi, asla hakikate ulaştırmaz.