24 Ağustos 2011 Çarşamba

Tarih Önden Gitsin, Ben Yetişirim (6)


İlk gidecekleri yer Hz. Bilal türbesiydi. Rehberin özellikle burayı seçmesinin en önemli nedeni, burada çok sayıda sahabe kabrinin olmasıydı. Yani kısa bir zamanda çok ziyaret yapmış olacaklardı. İsimlerini bir şekilde duydukları, haklarında pek çok şey öğrendikleri İslam’ın kuruluş yıllarında önemli görevler üstlenen bu insanların kabirlerini görme imkanı bulacaklardı.

Bilal otobüsten en son inenlerdendi. Otobüsün önüne geldiğinde aracı uygun bir yere park edip onları bekleyecek olan şoförle yalnız kaldığını, diğerlerinin gitmiş olduğunu fark etti. Etrafına bakınınca Babacan Halil Amca’nın dar bir sokağa girdiğini fark etti. Demek oraya girdiler, diye düşündü ve koşmaya başladı. Yetişir yetişmez grubun içine daldı. Oradan rehberin yanına gidip neden bu kadar acele ettiklerini soracak ve biraz da sitemde bulunacaktı. Rehbere yaklaştığında bu acelenin nedenini sormasına lüzum kalmadı. Çünkü rehber tam da o sırada bunu anlatıyor ve “Birazdan pek çok otobüs gelip buraya yanaşır ve bizim içeri girmek için epey beklememiz gerekir” diyordu.

Önce Bilal-i Habeşî’nin türbesine girdiler. Kubbesi, mihrabıyla küçük bir camiyi andıran türbenin içinde yeşil bir örtüye sarılı büyük bir mezar vardı. Mezarın etrafında Arapça yazılmış yazılar vardı. Baş tarafında bir tanesi üstte çerçevelenip asılan, bir tanesi de mezarın alt tarafına oyularak yazılan iki yazı vardı.

Herkes gibi Bilal de etrafı incelerken rehber, onun Habeşli adaşı hakkında bilgiler vermeye başlamıştı.

Rehberin anlattığına göre Habeşli Bilal, Hz. Muhammed’in “Cennette ayak seslerini işittiğim adam” diye tarif ettiği kişiymiş. Yine İslam’ın ilk müezzini olan Habeşli Bilal, “ş” harflerini söyleyemediği için “eşhedü” demesi gerekirken “eshedü” diyormuş. Bu kıraatin doğru olup olmadığı Hz. Muhammed’e sorulunca “Bilal’in sin’i Allah katında şın’dır” dediği bir mübarekmiş.

Rehber, bunların ardından daha öncelere uzandı ve Bilal’in kızgın kumlar üzerine yatırılıp nasıl işkencelere maruz bırakıldığını anlattı. İslam’ı tercih ettiği için ona reva görülen bu zulümlerin ayyuka çıktığını duyan Hz. Ebu Bekir gelip de bu köleyi sahiplerinden satın almak istediğini söylediğinde bu eziyetler iyice artmış ve üzerindeki taşların ağırlığı altında ezilen Bilal’in işkencesine işkence eklenmiş. Bilal’in ağzından süzülen “Ehad” kelimesi inlemelerine ritim tutuyormuş. Hz. Ebu Bekir’in bir an önce satın alıp bu işkenceden hem Bilal’i hem de vicdanen kendi kurtarmak istemesine karşılık, Bilal’e çok kızgın olan sahipleri pazarlığı kızıştırdıkça kızıştırıyor, Bilal’in eziyetini arttırıyormuş. Neticede Bilal’i birkaç köle fiyatına satmışlar ve Hz. Ebu Bekir, Bilal’e kendisini azat ettiğini müjdelemiş.

Serbest kalan Bilal, Hz. Muhammed ve onun sadık dostu Hz. Ebu Bekir’den asla ayrılmaz olmuş. Onlarla birlikte İslam’ın tesisinde çalışmış ve ciddi fedakârlıklarda bulunmuş. Hz. Muhammed vefat ettikten sonra Medine sokakları ona dar gelmeye başlamış. Çünkü Hz. Muhammed’e çok büyük muhabbeti varmış. Onun yokluğuna daha fazla dayanamayınca Medine’den çıkmak istediğini Hz. Ebu Bekir’e iletmiş, ancak o kabul etmeyince mecburen burada kalmış. Hz. Ömer zamanında Suriye’nin fethine katılmış ve buraya yerleşmiş.

Bir gün rüyasında Hz. Muhammed’i görmüş; “Bizi özlemedin mi ya Bilal?” diye soruyormuş. Bunun üzerine kalkıp Medine’ye gelmiş. Sabah namazı için kendisinden ezan okumasını istemişler. Hz. Muhammed’in can dostlarını kıramadığı için kabul etmiş ve ezana başlamış. Ancak “Eşhedü enne Muhammede’r-Resulullah” bölümüne gelince tıkanmış kalmış, baygınlık geçirmiş. Kaç defa denese de bir türlü söyleyememiş ve hıçkırıklara boğulmuş. Beraberinde bulunanlarla hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlamış. Orada kararını vermiş, demiş ki: “Allah Resulü olmadan Medine bana haramdır.” Sonrasında Medine’den çıkıp Şam’a gelirken yolda rahatsızlanmış ve evine zor varmış. Vefatından önce söylediği son sözlerden birisi “Oh ne tatlı! Artık Allah Resulü ve arkadaşları ile buluşacağım” sözü olmuş.

Dışarı çıkarken rehberin son söylediklerini çok dikkatli dinleyemediği için Cafer-i Tayyar hakkında söylediklerine bir anlam verememişti. Ancak çok kalabalık bir grubun onların dışarı çıkmasını beklediğini görünce ve bunların Şii olduğunu fark edince türbenin kitabesini tekrar okudu.

Her ne kadar burası Bilal-i Habeşî türbesi diye anılsa da burasının aynı zamanda Cafer-i Tayyar türbesi olduğunu gördü. Hz. Muhammed’in amcasının, yani Ebu Talib’in oğlu olan Cafer-i Tayyar’ın Bilal-i Habeşî ile aynı türbede yattığını o an anladı. Rehber bunu tam da çıkarken söylemişti. Tabii bununla beraber rehberin neden bu kadar acele ettiğini de çıkarken yaşadıkları izdihamla daha iyi anlamış ve ona saygı duymuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder