Beşer maharetiyle teşekkül ettirilen pek çok mesele çıktığı dönemde
dikkat çekici oluyor, hükmünü icra ediyor ve bir süre sonra da
sıradanlaşanlar arasındaki yerini alıyor. Dikkat çekmesinin en önemli
sebebi, daha önce duyulmamış olması, dikkate şayan görülmesidir. Buna
mümasil, bir süre sonra sıradanlaşmasının sebebi de artık biliniyor
olması, bazı şeylerin tekrarmış gibi gelmesi veya aslında anlatıldığı
gibi önemli olmadığının anlaşılmasıdır.
“Kur’an Müslümanlığı” diye
bilinen meseleye bu nazarla bakabiliriz kanaatimce. Bu, yeni bir mevzu
değil. Yıllar öncesinde, hatta yüz yıllar öncesinde var olan, üzerinde
ciddi tartışmalar yapılan bir mevzudur. Her ne kadar her dönemde farklı
bir isimle gündeme gelmiş olsalar da, bunların temel özelliği, “Kur’an
bize yeter” mantığı üzerinde şekillenmiş olmalarıdır.
Kur’an
Müslümanlığı söylemi de günden güne sıradanlaştı ve artık dikkat çekmez
oldu. Ve derken yeni bir ifadeyle karşılaştık: “Kur’an’a arz!”
Çok güzel ve vurucu bir ifade bu. Aynı zamanda sempatik... Bizim
kılavuzumuz, iki dünyada rehberimiz olan Kur’an’a her şeyi arz edeceğiz.
Onun müsaade ettiklerine evet, ama etmediklerine geçiş vermeyeceğiz...
Zaten İslam’ın temeli de bu değil mi?
İlk başlarda gerçekten çok
sempatik geliyordu kulaklara, dimağlara. Ve çok azımız müstesna, hepimiz
bu söylemin peşinden koştuk. Oradan duyduklarımızı birbirimizle
paylaştık. Soranlara hüsn-ü referansta bulunduk. Karşı çıkanları
taassupla suçladık. Zaman zaman bizim o güne dek öğrendiklerimizle
uyuşmayan şeyler de işitmiyor değildik ama aslolan Kur’an olduğu için
onun söyledikleriyle bizim malumatımız çelişse biz kendi bilgimizi mi
esas alacaktık? Elbette hayır. Sonra bizim muteber saydığımız şahıslar
da bir bir Kur’an’a arz eleğine takılmaya başladı. Onlar da beşerdi ve
hata yapmış olabilirlerdi. Ona da tamam dedik. Ve derken günün birinde mesele iman esaslarına kadar dayandı...
O zaman anladık ki bu, öylesine masumca her şeyi Kur’an’a arz etme mesleği değildi.
Aslında “Kur’an’a arz” örtüsü altına gizlenerek Hadise ilişen, onu
ortadan kaldırmanın yolunu yapan (Kimisi mantığına uymayan Hadislere
ilişirken, kimisi Hadisi toptan reddediyor maalesef) ve Hadisi esas alan
Ehl-i Sünnet âlimlerini bir bir yıpratma ve gözden düşürme cehdinde
olan bir yöntemdi. Ve yani “Kur’an Müslümanlığı”nın isim değiştirmiş versiyonuydu bu.
Gerçekten
çok başarılı bir söylem bu. Her şeyi Kur’an’a arz edene kim itiraz
edebilir ki! İtiraz edenlere verdikleri cevapta da hep Kur’an’ı delil
gösterdikleri için takipçileri zor durumda, daha doğrusu mütehayyir bir
vaziyette bırakmayı başardılar. “Peki Kur’an’da sizin dediğinize aykırı
şöyle bir ayet var” dendiğinde, “Yanlış mana verenler yüzünden bu ayet
hep yanlış anlaşılmıştır” kabilinden cevaplarla konunun geçiştirilmeye
ve hatta “Onlar Kur’an’dan delil getirmiyorlar” noktasında çekilerek
karşı tarafın delillerini yok saymaya kadar gittiler. İtirazlar bu ve
benzer yöntemlerle etkisiz bırakılmaya çalışıldı.
Çünkü esas olan
Kur’an’dır. İnsan üzerinde en tesirli olan da odur. Bediüzzaman’ın
çeşitli vesilelerle dediği gibi “Cumhur-u avamı, burhandan ziyade,
mehazdaki kutsiyet imtisale sevk eder.” Kur’an’dan delil getiremeyince
sizin söyledikleriniz ikinci, üçüncü, sonuncu planda kalacak ve onlara
karşı tesirini kaybedecektir.
Sizin deliliniz Hadis bile olsa...
O
zaman bir şüphe daha zihinlerde beliriveriyor. Her şeyi Kur’an’a arz
edelim de Hadislere neden bu kadar sert karşı çıkıyorsunuz? Kur’an’la
Hadisi niye karşı karşıya getiriyorsunuz? Hadisler ayetlerin
açıklayıcısı, koruyucusudur; muarızı ve karşıtı değiller ki!
Zayıf
hadis vardır, uydurma hadis vardır. Ve bir şekilde bunlar hadis
kitaplarına girmiş olabilir. Yüzyıllar boyu hadis âlimleri bu mevzular
üzerinde çalışmalar yapmış, bunları ayıklamaya çalışmışlar. Arada
kalanlar olmuştur... Ama bunları göstererek ya da kendi mantık
kriterlerine uymayanları ön plana çıkararak bütün hadislere karşı
insanların bütün iyi niyetlerini yerle bir etmeye kimin, ne hakkı ve
haddi var! Bu, tıpkı Mutezile gibi birtakım tahakkümi şüpheleri delil
diye sıralayıp kafa karıştırmak, cerbeze yapmak değil de nedir? Bununla
Kur’an’a haksızlık ediyorlar, farkında değiller. Belki de farkındalar ve
kasıtlı yapıyorlar, bilemiyorum. Allah bilir hakikati.
İkincisi, Hadis-i
Şerif, Kur’an’ın açıklayıcısı mesabesindedir. Açıklama elbette daha
teferruatlı, daha detaylı olur. Bu nazarla bakarsanız Hadiste anlatılan
çok şeyi Kur’an’da bulamazsınız.
Nitekim değişen zaman ve
şartlar muvacehesinde karşılaşılan her hükmün karşılığını Kur’an’dan
bulmak mümkün olmuyor. Bunun çözüm yollarını bulmak icap ediyor. Mesela
Hz. Muaz bin Cebel örneği bu konuda en bilinen örneklerden biridir.
Resulullah (a.s.m.) onu Yemen’e gönderirken, karşılaştığı mevzuları
nasıl çözeceğini sormuş, o da önce Kur’an’a, onda bulamazsa Hadise,
şayet onda da bulamazsa kendi görüşüne göre hüküm vereceğini
söylemişti. Resulullah (a.s.m.) onun bu cevabını olumlu bulmuş ve hatta
Allah’a hamd etmişti. Demek ki yetkili kişinin kendi görüşüne göre
karar vermesinin önünü açmıştı Resulullah (a.s.m.). Hadi diyelim ki bu
son kısım tartışmalıdır... Onu bir kenara bıraksak bile, Hadis
muvacehesinde mevzuları değerlendirmenin, çözmenin ehemmiyeti açıkça
ortadadır.
Şayet bu insanların düşüncesi Kur’an’ı korumaksa o zaman Hadise ilişmeleri değil, onu muhafazaya çalışmaları gerekir. Çünkü Hadis, başkalarının kendi kafalarına göre yorum yapmalarının önündeki en büyük engeldir.
“Uydurma
Hadisler var” diye başlayıp Ehl-i Sünnetin görüşlerini haşa “uydurulan
din” mesabesine kadar indirmeye çalışmak, cinayettir. Bu uğurda, din
düşmanlarına karşı cansiperane Hadisi savunan şahısların manevi
şahsiyetlerini tarumar etmek de, en basitinden kul hakkına, dolayısıyla
ümmet hakkına girmektir.
Velhasıl, biz Kur’an’a arz etmeye karşı
çıkmıyoruz. Rabbimiz böyle bir hataya düşmekten bizi muhafaza buyursun.
Fakat asıl itiraz ettiğimiz nokta, bu insanların “Kur’an böyle diyor”
diyerek Hadis-i Şerifleri aradan çıkarmaları ve aslında kendi
yorumlarını işe karıştırmaları. Hadisi aradan çıkararak ayetleri tevil
etmek, kendi anladığına göre Kur’an’a arz etmek
demektir. Ve bu da Ehl-i Sünnetin Kur’an ve Hadis çevresinde örülen
sağlam kalesini çürükmüş gibi gösterip, ehl-i dini, kendi cılız
kalkanında korunmaya davet etmek mesabesindedir. Çürük demekle o sağlam
kale değerini yitirmez ama bu söylemlere aldananlar kendilerini
tehlikeye atmış olurlar, o zaman yazık olur.
RisaleHaber.Com