Günün yorgunluğu, akşamında sırtına yüklenmiş bir vaziyette
ilerliyordu. Her zamanki yürüdüğü yoldan, çok da farklı bir manzara ummadan
usul usul ilerlerken az ötede duydu seslerini. Merakla, hayır hayır, hayretle
bakakaldı. Ve başladı iç dünyasında muhasebesini yapmaya...
- Genç bir insan, kendinden yaşça büyük birisine nasıl böylesine
sert davranabilir?
- Ya annesiyse? O zaman daha kötü... İnsan annesiyle böyle konuşur
mu? Hem de sokak ortasında?
- Yok yok, biz de Avrupalılar gibi olduk çıktık. Örf, âdet, büyüğe
hürmet yok oluyor...
- Ahir zaman böyle olsa gerek! Ne saygı kaldı, ne muhabbet!
İç dünyasında yaptığı tahminler henüz bitmemişken yanlarına
varmıştı. “Bunun hoş bir şey olmadığını sen de biliyorsun” dediğini duydu
delikanlının. El kol hareketlerinin düzensizliği öfkesini ele veriyordu. “Çok
iyi biliyorsun ki, gıybet dinimizce de yasaklanmış! Allah sevmiyor gıybeti”
dedi delikanlı.
Genç adamın konuşmalarından fırsat bulan kadın, “Ben yalan
söylemiyorum ki” diyebildi. “O, bunları yapıyor.”
Bunu duyan delikanlının öfkesi daha da arttı. “İşte gıybet odur
anne! Yoksa iftira etmiş olursun!” dedi daha yüksek bir sesle...
Demek ki vaziyet, uzaktan göründüğü gibi değildi.
Delikanlı da iyi bir şey anlatıyordu; ama kötü bir yöntemle...