Değerli Kardeşim Ahmet Ay'ın yazısı...
Aylardır tartışılıyor ülkemizde
Oslo görüşmeleri... Hükümetin, bir devlet kurumu (MİT) ile PKK ile yaptığı bu
görüşmeler bir tarafın “O hainlerle konuşulmaz, ancak onlara kurşun sıkılır!”
tarzında sitemlerine maruz kalırken, diğer yandan “Belki de kana dur
denilebilecek bir adım atılabilir...” umuduyla destekleniyor.
Birinci kesimin ikinci kesimden
sesini daha gür çıkarabildiği aşikâr. Fakat diğer taraftan, her türlü tepkiyi
göze alarak “gerekirse görüşmelere devam edebileceğini” söyleyen bir
başbakanımız da var çok şükür. Kamuoyunun rengine göre hemen renk
değiştirmeyecek, akışını bozmayacak daha oturaklı (ve de prensipli) bir
siyasetimizin olması ise hepimizin temennisi...
Bütün bu konuşulanlar hafızamızda,
sizi zamanda bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. Asırlar öncesine, Emeviler
zamanına, İslam’ın en âdil halifelerinden Ömer bin Abdülaziz’in devrine... Ki
çoğunuzun malumudur, Ömer bin Abdülaziz çoklarına göre aynı zamanda ilk
müceddittir. İslam hukukunda içtihatları hâlâ geçerliliğini koruyan bir fıkıh
âlimidir. Bediüzzaman’ın bile takvası ve salabet-i diniyesi ile övdüğü bir
siyasetçidir. Emevilerin zulmüne (akrabalarını karşısına almayı göze alarak)
son veren insandır. Bütün bunların yanısıra bir yönü de devrinde Haricî
fitnesini söndürebilecek derecede başarı göstermesidir.
Haricî fitnesinin sönmesi
ilginçtir. Zira ne Hz. Ali (r.a.) âdilane cihadıyla ne de zalim Haccac zulmünün
gücüyle onları bitirebilecek başarıyı sergileyebilmiştir. Haricîler ta Hz. Ali
(r.a.) devrinde başlattıkları isyanla uzun bir zaman İslam âlemi için
huzursuzluk vesilesi olmuşlardır. Sözde, din adına, bazı sahabe efendilerimizi
bile katledecek kadar gaddarlık gösteren bu zümre ancak ve ancak Ömer bin
Abdülaziz’in başa geçmesiyle birlikte zayıflamış, güçten düşmüştür.
Peki, Ömer bin Abdülaziz
Haricîlerin bu kanlı eylemlerini nasıl sonlandırmıştır?
Cevabı çok basit: Diyalogla... Evet, şaşırmayın. Tıpkı bugün Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın kanın durması için gerekirse Oslo görüşmeleri tarzında
çalışmalara girişeceğini söylemesi gibi Ömer bin Abdülaziz de “Artık onlarla
aramızda kılıç vardır. Bırak kılıçlar çözsün. Onlarla konuşulmaz!” diyenleri
dinlememiş ve Haricîlere diyalog eli uzatarak şu mektubu göndermiştir:
“Yıllardır devam eden bu elim
meseleyi artık halletmenin zamanı gelmedi mi? Gelin, bu meseleyi tartışalım.
Şayet siz haklıysanız biz kendi hareketlerimizi bir daha gözden geçirelim. Ama
eğer biz haklıysak, siz bize biat edin.”
Onun bu mektubuna karşılık huzuruna
kadar gelen Şevzeb, Şeybanî gibi Haricî önderleri kendisiyle uzun uzun
aralarındaki meseleleri tartışarak en sonunda ona biat ettiler. Elbette
etmeyenler de oldu. Ama en nihayet Haricî terörü Ömer bin Abdülaziz devrinde,
hem de kansız bir şekilde en ağır darbesini aldı. Neredeyse tamamen susturuldu.
İkram Arslan’ın Nebevî Nefes isimli
roman çalışmasında tüm detaylarıyla okuyabileceğiniz bu olay, aslında İslam
tarihi boyunca sorunlarımızın ne kadar birbirine benzerlikler gösterdiğini de
ortaya koyuyor. Tıpkı bugün olduğu gibi o gün de kardeş kardeşi kırıyor.
Müslümanlar birbirlerini öldürüyor. Tıpkı bugün olduğu gibi o gün de başlatılmaya
çalışılan diyaloğa balta vurmak isteyenler var. Kanı kanla çözmeye çalışanlar
var.
Ve bir de Ömer bin Abdülaziz gibi
elindeki güce rağmen, barışı tercih eden insanlar var.
Şimdi ben soruyorum kendi kendime;
acaba Ömer bin Abdülaziz Hazretleri bugün yaşasa PKK ile de diyaloğa girer
miydi? “Kanı kanla çözelim” diyenlerin rağmına bu ocakları yakan ateşi
söndürmek için girişimlerde bulunur muydu? Sanıyorum bu sorunun cevabı Oslo
görüşmelerine ve başbakanın tavrına bakışımızı da etkileyecek. Mazi, sadece düşmanlıkları
değil, böyle güzel numuneleri kendimize misal edinmemiz için de gerekli...
Ahmet Ay