18 Ağustos 2011 Perşembe

Tarih Önden Gitsin, Ben Yetişirim (1)

Karanlık vadiye iniltiler yayılıyordu. Bu vadiden kurtulmak, beynini kemiren iniltilerden uzaklaşmak için var gücüyle koşuyordu. Üzerinden geçtiği cesetlerden birisine takılınca yere yığılıp kaldı. Yerinden fırlayacakmış gibi çarpan kalbinin sesi, bir cenk davulunun sesini andırıyor ve cesaretini kırıyordu. Tekrar koşmak ve uzaklaşmak için ayağa kalktı. Ama takıldığı ceset, sanki ayağını sıkıca yakalamıştı. Kurtulmaya çalıyor ama kurtulamıyordu. Çok perişan bir vaziyetteydi. Aniden karşısında beliren insan siluetini fark edince kalan enerjisi de bir anda tükendi. Ama peş peşe çakan şimşeğin aydınlığında vücudunun her tarafı yara izleriyle dolu olan iri yarı birisini görünce çok rahatladı.

– Beyefendi, beyefendi! Artık uyanabilirsiniz.

Gözlerini açtığında tanımadığı birisinin kendisine bir şeyler söylediğini fark etti. Bu, muavindi. İstanbul’a vardıklarını söylüyordu. Uzun ve yorucu birkaç günün ardından bindiği otobüste uyuyakalmış ve gördüğü rüyanın etkisiyle kan ter içinde kalmıştı. Önce, muavini yanlış anladığını düşündü. “Herhalde bir mola verdiler” diye geçirdi içinden. Ancak etraftaki araç kalabalığını görünce İstanbul’a vardıklarına kanaat getirdi.

İçinden bütün bunlar geçerken, uyanıp uyanmadığını kesin anlamak isteyen muavine sadece “Teşekkür ederim” diyebildi.

Otobüsten indikten sonra aldığı büyük valizini arkasından sürürken, henüz İstanbul’a tam alışamadığını hissetti. Birkaç günlük ayrılık bu kadar mı etkilerdi insanı? Yürüyen merdivenlerden metroya indi. Kısa ama yorucu olan bu yolculuğa çıkarken, geldiği yoldan tekrar dönmek üzere, ıslık çalarak gelip önünde duran metroya bindi.

Bir kenara sıkıştırdığı valizinin üzerine otururken, reklam panosunda gördüğü bir resim dikkatini çekti. Şadırvanın önünden çekilmiş ve dikdörtgen şeklindeki avlunun “Biraz daha geriden çekilseymiş tamamını gösterecekmiş” diye düşündüren bir cami fotoğrafıydı bu. Bu fotoğraf ona tanıdık geldi.

“Daha dün oralardaydım” diye geçirdi içinden ve elini uzatsa dokunabilecek kadar yakın hissettiği gözünün önünden kayan canlı hatıraları seyre daldı.

Seyahati kısa sürecek olsa da, aslında uzun bir zaman öncesinden planlamaya başlamıştı. İki ülke arasında vizelerin kalktığını öğrendiği gün, seyyah ruhunda bir kıpırtı hissetmişti. Gidip görmeyi, gezip öğrenmeyi planladığı pek çok ülkenin arasına hemen onu da katmıştı.

İç dünyasında gezi hesapları yaparken telefonun sesiyle irkilmişti. Telefonu açtığında karşısında heyecanla bir şeyler anlatan arkadaşının heyecanına ortak olmuş ve heyecanının giderek arttığını hissetmişti. Bir taraftan arkadaşını dinlerken, bir taraftan da kendisine bir şeyler anlatan iç dünyasını dinliyordu. Bir telefondan gelen, bir de içinden yükselen bu sesler birbirine karışmış, hatta bu ses telefondaki sesi bastırmış, bu nedenle arkadaşının söylediklerinin bazılarını anlayamamıştı. Telefonu kapatırken arkadaşından daha çok heyecan duymaya başlamıştı. Çünkü kararını vermişti. Gidecekti.

Eve gider gitmez araştırma yapmaya başlamıştı. İnternetten gezi programlarını tek tek okumuş, uygun gördüğü bir firmayı aramış ve anlaşmıştı.

Gereken evrakların toplanması, ilgili yerlere müracaat edilmesi, verilen tarihte gidip pasaportun alınması gibi bir dizi işlemden sonra nihayet gitmesi için önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Derken beklenen gün gelip çatmıştı. Otobüsün yolda küçük bir kaza atlatması ve yüreklerini ağızlarına getirmesi dışında herhangi bir sorun yaşamadan tur şirketinin merkez binasının bulunduğu Gaziantep’e varmıştı. Bir-iki kişiye sorduktan sonra yürüye yürüye geldiği caddede gözleri tabeladan tabelaya atlarken kendini aradığı adresin önünde bulmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder