26 Haziran 2013 Çarşamba

Behlül'den ibretlik bir cevap


Harun Reşid’in veziri mezarlığın yanından geçerken Behlül-i Dânâ’yı görür. Kabirlerden çıkarmış olduğu kafataslarını bir oraya bir buraya taşımakla meşguldür. Vezir sebebini sorar. Behlül cevap verir:

“Ölüleri sınıflara ayırıyorum. Başkan olanları, vezirleri, danışmanları, hizmetçileri ve sıradan vatandaşları birbirinden ayırmak istiyorum. Ama bunu bir türlü başaramıyorum. Kabirler gibi kafatasları da birbirine benziyor.”

İbrahim Baz’ın Sûfi isimli romanından

5 Haziran 2013 Çarşamba

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) dilinden miraç


“Bir gece halam Ummühânî’nin evinde (bir rivayete göre Kabe’de) iken Cebrail (a.s.) geldi.

‘Ey muhterem nebi! Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor.’ dedi. Göğsümü göbeğime kadar yardı. Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine koydu. Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte “Burak” isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa’ya geldik. Cebrail, Burak’ı, bütün peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları bir halkaya bağladı. Mescidde diğer peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selâm verdiler. Ben de selâmlarına karşılık verdim. Cebrail bana, ‘Öne geç ve nebilere iki rekât namaz kıldır.’ dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım. Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi. Ben sütü içince, ‘Yaratılışına uygun olanı seçtin.’ dedi.”
Ebu Said-i Hudrî’nin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz şöyle devam ettiler:
“Bundan sonra bir Miraç (merdiven) getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. Cebrail, beni bu merdivenden Hafaza kapısına kadar çıkardı. Burada Cebrail, semanın açılmasını istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti. İçerden soruldu:
- Sen kimsin?
- Ben Cebrail’im.
- Yanındaki kim?
- Muhammed (s.a.s.)
- Ya! O, Resul olarak gönderildi mi?
- Evet.
Hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar. Bir de ne göreyim! Semayı muhafaza eden İsmail isminde müekkel büyük bir melek, yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin yanında da yüz bin melek var. Bunlardan ayrılınca; bünyesi, yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. ‘Ya Cebrail, bu kimdir?’ diye sorduğumda, ‘Baban Adem’dir.’ diye cevap verdi. O, bana selâm verdi ve ‘Hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlat!’ diye karşıladı.

Sonra, ikinci semaya çıktık. Orada Yusuf (a.s.) ile buluştuk. Yanında, ümmetinden kendisine tâbi olanlar da vardı. Yüzü ayın ondördü gibi aydındı. Onunla da selâmlaştık.” Peygamber Efendimiz, üçüncü semada Yahya ve İsa (a.s.) ile; dördüncü semada İdris (a.s.) ile, beşinci semada Harun (a.s.) ile ve altıncı semada ise Hz. Musa (a.s.) ile görüşür.

Resulü Ekrem, anlatmaya devam ediyor:

“Daha sonra yedinci semaya geçtik. Orada İbrahim (a.s.) ile buluştum. Sırtını Beytü’l-Ma’mûr’a dayamış; beni selâmladı. ‘Hoş geldin ey salih nebi!.. Hoş geldin ey salih evlât.’ dedi. Burada bana denildi ki, ‘İşte senin ve ümmetinin mekânı.’ Sonra Beytü’l-Ma’mur’a girdim, içinde namaz kıldım. Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve bir daha kıyamete kadar tavaf için bunlara sıra gelmez.”

Peygamberimiz, yedinci semada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:

“Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı bu ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir memba akıyor ve ikiye ayrılıyordu. Cebrail’e bunu sorduğumda dedi ki: ‘Şu Rahmet Nehri, şu da Allah (c.c.)’ın sana verdiği Kevser Havuzu’dur.’ Rahmet Nehri’nde yıkandım. Geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi. Sonra, Kevser yolunu tutarak cennete girdim. Orada gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşerin hayal ve hatırına gelemeyecek şeyler gördüm.

Bundan sonra Sidretü’l-Münteha’ya kadar çıktık. Sidre’den yükselince Cebrail durakladı ve, ‘Ya Muhammed, yemin ederim ki, ben buradan bir karış ileriye geçersem yanarım. Benim buradan ileriye geçmeye takatim yoktur.’ dedi.”

İnsanlığın İftihar Tablosu, lâhut âleminin bu en yüksek yerinde “Refref” denilen bir vasıtayla Allah’ın dilediği yere gelir. Bir rivayette, Peygamberimiz şöyle buyururlar:

“Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arş’ın altına geldiğimde, Arş’ın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet. Rabbimin şu lâhutî sesini işittim; “Yaklaş ey Muhammed! Ben de Kâbe Kavseyn miktarı yaklaştım. Rabbimin ilhamı ile şunları okudum: “Ettahiyyatü lillahi, vessalavatü, vettayyibatü’ (En güzel tahiyye Allah’a mahsustur. Bedenî ve malî ibadetler de O’na lâyık ve mahsustur.) Bunun üzerine Allah (c.c.) şu mukabelede bulundu: “Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullali ve berekâtühü.’ (Ey nebî, selâm sana olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi de sana olsun.) Ben tekrar; ‘Esselâmü aleynâ ve ala ibadillahissalihine. Eşhedüenlâ ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve ressulühu.’ (Selâm bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun. Ben şehadet ederim ki, Allah birdir. Ondan başka ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve elçisidir.) dedim.”

Resûlullah Efendimiz, Rabbinden birçok vahiyler alarak, aynı yollardan geri döner. Hz. Musa’nın yanına gelince; Hz. Musa, “Allah sana neler emretti?” diye sorar. Peygamberimiz de, elli vakit namazla emrolunduğunu söyler. Hz. Musa, “Ya Resulallah, elli vakit namaz, çoktur. Bu, senin ümmetine ağır gelir, yapamazlar. Rabbine iltica et de hafifletsin.” der. Bunun üzerine, Peygamberimiz tekrar geri dönüp, namazın hafiflemesini diler. Önce on vakit kaldırır. Peygamberimiz, Hz. Musa’nın yanına gelip durumu bildirince; Hz. Musa, bunun da çok olacağını söyler. Bu minval üzere Peygamberimiz birkaç kere geri dönerek Rabbine iltica eder ve böylece; namaz beş vakte kadar indirilir. En sonunda Peygamber Efendimiz Mekke’den ayrıldığı noktaya getirilir.

(Buhari, Salât, 8; Bed’ü’l-halk, 6; Mi’râc, 42; Tevhid, 37; Menakıb, 41; Müslim, İman, 75; Şevkânî, 5/123/124; Taberî, 15/5)