15 Mart 2015 Pazar

Kayıp Ekmek Operasyonu





Bugün yine bir kitap üzerinden bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.

CNR Kitap Fuarı’nın ikincisi bu yıl mart ayının başlarında düzenlendi (TÜYAP Bursa Kitap Fuarı ise bugün açıldı. 14-22 Mart tarihleri arasında kitap severlere hizmet verecek). Önceki yıla göre biraz daha hareketli olan CNR fuarında en çok dikkatimi çeken husus, çocukların kitaplara olan ilgisiydi. Fakat en çok alınan kitapların diğerlerinden farklı bazı özellikleri olmalı...

Acaba ne olabilir? Birini ötekine göre cazip kılan, çocuğun dünyasında onu ötekine tercih ettiren özellik ya da özellikler nelerdir? Çocuklar ne gibi kitaplar hayal ediyorlar? Yayınevlerinin hazırladığı kitaplar ne ölçüde onların hayal dünyasındaki canlılığa yetişebiliyor?

Küçük yaştaki çocukların renkli dünyası ve buna bağlı olarak da henüz gelişmekte olan kendilerini ifade etme özellikleri bağlamında bakınca çocukların ne ölçüde doğru anlaşıldığı meselesi biraz tartışmalıdır. Ama genel kabul görmüş en yaygın sisteme göre, alternatifler belirlenir ve çocukların en çok rağbet gösterdikleri üzerinde çalışmalar yoğunlaştırılır.

Okul öncesinde çocukların etkileşim kurabilecekleri; görerek, dokunarak, hatta koklayarak içine girebilecekleri çalışmalar ön planda. Burada kitap piyasası ikinci plandadır dersek yeridir. Bir yönüyle oyuncak, bir yönüyle kıyafettir ama asıl itibariyle hem eğlendiren hem öğreten konsantre bir materyaldir çocuk kitabı.

Okul öncesi için durum böyle fakat daha büyük yaştaki çocuklar için bir kriter belirlemek nispeten zordur. Biraz yetişkinler gibi... Çevrenin durumuna göre, televizyonda izlediklerine göre değişiklik arz edebiliyor onların öncelikleri.

Dolayısıyla okul öncesinin piyasasını biraz yetişkinlerin hayal dünyası ve onu desteklediği ölçüde teknolojik imkânlar belirliyor dersek herhalde yanlış olmaz. Fakat okul dönemindeki çocukların ilgi alanları zamana göre değişiklik arz ediyor.

Şimdi gelelim fuara ve en başta belirttiğimiz kitaba... Gözlemlediğim kadarıyla bu dönemde çocuklar daha çok üsluba bakarak kitap seçiyorlar. Eskiden cafcaflı kapaklar yetiyordu kitabı tercih etmek için. Güzel bir kapak yine önemli. Ama yeterli değil... Bu sefer kitabı açıp inceleyen pek çok çocuk dikkatimi çekti. Kitabı açıp biraz okuyor, beğenmediyse hemen yerine koyup başkasını karıştırıyor. O kitapları incelerken, yüz hatlarıyla sergilediği tavırdan kitaba karşı alakasını da az çok tahmin edebiliyorsunuz. Tebessüm ederek incelediği kitabı bir daha geri bırakmıyor ve okumak için–büyükler gibi–eve gitmeyi de beklemiyor. Bulduğu boş bir yere oturup heyecanla okumaya başlıyor.

Evet, böylesi kitaplardan birini de ben aldım. Okuduktan sonra elbette çocuklara hak verdim. Gerçekten de tebessüm ettiren, merak uyandıran, bizim örfümüzü yansıtan kitaplar gibisi yokmuş.

İşte, Kayıp Ekmek Operasyonu da böylesi kitaplardan biri. Ben o çocuklar gibi fuardayken hemen açıp okuyamadım; bir programa katılmak durumunda olmam buna mani oldu. Ama akşam eve döner dönmez okudum ve az bir zamanda tamamladım. Eğlenceli, güldüren, yer yer düşündüren ve kitabın içine çeken bir üslupla hazırlanmış. Bu eğlenceli kitaptan dolayı Ahmet Ay’ı tebrik ediyorum. Kitabın içeriğinin yanısıra kapağının güzelliği, iç sayfalarındaki estetik, seçilen kâğıt rengi ve aralara serpiştirilen birbirinden ilginç resimle de dikkat çeken bir kitap olmuş. Bu bağlamda da özel ve titiz bir çalışma yaparak kitabı bu formata ulaştıran editörler Esra Erkal ve Gülsüm Sezgin’e ve İstanbul Kültür A.Ş. Yayınları’na teşekkür etmek gerekir.

Özellikleri, öncelikleri, karakterleri birbiriyle neredeyse tamamen farklı olan iki arkadaşın, Reyhan ve Kerem’in maceraları anlatılıyor kitapta.

Fakat Reyhan’ın meraklı karakteri Kerem’i etkiliyor ve bir anda kendini onun gizemli davalarının içinde buluyor. Tabii okuyucu da...

Acaba yaşlı teyzenin ekmeklerine dadanan bu hırsız kim? Acaba Reyhan’ın taktikleri işe yarayacak mı? Acaba faili bulabilecekler mi? Acaba, acaba... Derken sizi de sarıyor bu merak yumağı ve olacakları merakla bekliyorsunuz. Ve yorucu bir araştırma başlıyor...

Kayıp Ekmek Operasyonu Ahmet Ay’ın üçüncü çocuk kitabı. Daha önce Biri Bizi Durdursun ve Macera Geliyorum Demez kitaplarıyla da keyifli ve verimli zaman kazandırmıştı küçük okurlarına. Ve kitabın sonuna konan bilgilerden anladığımız kadarıyla Reyhan ve Kerem’in maceraları devam edecek. Hatta hazırlanma aşamasında...

Evet, sonraki dönem ne zaman başlar ve o dönemde ne tarz kitaplar rağbet görür bilemeyiz ama bu tarz kitaplar bir süre gündemde kalacak gibi görünüyor. Ve ufukta ucunu görebildiğimiz kadarıyla da yeni sezon hakkında az da olsa tahminlerde bulunabiliriz.

Ne zaman başlar bilemiyoruz ama artık yavaş yavaş elektronik kitaplara doğru kaymaya başlayacağız. Bir sayfada pek çok aktivitenin olduğu, sadece düz yazıdan veya birkaç renkli resimden ibaret olmayan, hareketli görselleri ve bazen de interaktif özelliğiyle çocukların yönlendirmesine göre şekil alan kitaplar çok yakında piyasada yerini alacaktır. Az da olsa bugünlerde de böyle çalışmalar mevcut. Ama alışkanlıkların değişmesi kolay olmuyor. Biraz zaman alacaktır.

Elektronik ortam da olsa, neticede aynı hikâyelere ihtiyaç duyulmayacak mı? Elbette. Fakat hikâyeyle birlikte ekrana sığdırılan aktivitelerin özellikleri ve çeşitliliği de biraz şekillendirecek gibi görünüyor gelecek trendi.
Bakalım neler çıkacak karşımıza?
Bekleyip göreceğiz.

12 Mart 2015 Perşembe

“Oralar tehlikeli. Kalk gel memleketine!”

“Güzel gör, hem güzel bak; tâ güzel düşünmeli.
Güzel bil, hem güzel düşün; tâ leziz hayatı bulmalı.”
(Bediüzzaman Said Nursi, Lemeât)
Günün yorgunluğu üzerime çökmüş bir vaziyette akşam eve geliyorum. Bir elif miktarı soluklandıktan sonra ziyaret amacıyla abimlere geçiyorum. Akşam haberleri henüz başlamış, herkes ekrana kilitlenmiş. Çocuklar dâhil... Haberlerden sonra çizgi film izleyecekler, sıralarını bekliyorlar. Kısa bir selamlaşma ve halleşmenin ardından uygun bir yere oturup ben de katılıyorum aynı halkaya. Bir süredir bakmamıştım haberlere. Bu vesileyle iyi de olacak diye geçiriyorum içimden.

Sunucu vızıldayan bir tonla “Bir yan baktın cinayeti daha!” deyip duruyor. Aman Allah’ım! Yine mi cinayet? Bu insanlar birbirlerine bakmayı bile cinayete sebep kılabiliyorlar demek ki!

Derken haberin videosu ekrana geliyor. Birkaç kişinin birisini zapt etmeye çalıştığı birkaç saniyelik bir görüntü defalarca dönüp duruyor ama sunucunun anlattıkları bir türlü bitmiyor.

Çok şükür, sonraki habere geçiliyor... Sunucu bu sefer nefesi tükenircesine bağırarak bir şeyler anlatıyor. Sanki güç yetiremediği bir olay olmuş da insanları yardıma çağırıyormuş gibi bağırıyor. Okula yeni başlayan çocuklardan bir tanesi sunucunun anlattıklarını dinlemeden televizyonun alt tarafında beliren haber başlığını heceleye heceleye okuyor: “Fi-dan bom-ba-sı.” Birkaç kez tekrar edip yazılanı anladıktan sonra hemen sormaya başlıyor: “Fidan Bombası nasıl oluyor? Çok mu tehlikeli bir bomba?”

Gülümsüyorum ve bunun öyle bir bomba olmadığını, çok önemli bir haber olduğu için böyle bir başlık tercih ettiklerini anlatıyorum. Anlamış gibi “Haa” yapıyor. Ama anladığını sanmıyorum.

Sonraki haber açıklaması oldukça merak uyandırıcı: “Pompalı tüfekle sevdiğinin evini bastı.”

Sunucu yine aynı, mahalleyi ayağa kaldıran ses tonuyla anlatıyor ve sevdiği kızı vermedikleri için çareyi, pompalıya evi basmakta bulan gencin haberini de dakikalarca anlatıp duruyor. Ruhum daralmaya başlıyor. “Yok mu yüreklere su serpecek bir haber?” Fakat sonraki haberler daha ruh karartıcı.

Feci bir kaza haberi...

Sonra kız kardeşini yakan bir ablanın haberi...

Allah’ım yardım et! Bizim halimiz ne olacak?

Bir yerde nefret cinayeti, bir kaza haberi daha...

Yaklaşık yirmi dakika içerisinde ruhum daraldı. Artık kalkıp gitmek istedim.

***

Sadece bir akşam değil, her akşam dönüp duruyor bu haberler. Artık iletişim imkânları arttığı için yalnız Türkiye değil, dünya haberlerine kolayca ulaşılabildiği için adeta bütün dünyanın sıkıntılarını bir saatte insanın omuzuna yüklüyorlar. “Acaba bugün haberlerde neler var?” diye ekranın başına oturan bir insanın bütün keyfi yerle bir oluyor. Ben merak ediyorum. Her akşam bunları izleyen bir insanın psikolojisi nasıl sağlam kalabilir? Nasıl olur da tahammülsüzlük baş göstermez?

Elbette haberler tamamen kötüdür şeklinde toptancı bir yaklaşımla olaylara bakmak doğru değildir. Böylesi haberler de her cihetten kötü değildir. İnsanın ibret ve tedbir alması ve böylesi olaylara tevessül etmemesi bakımından en azından uyarıcı etki yaparlar.

Fakat medya, dikkat çekecek, izleyiciyi cezbedecek, “haber değeri olan” olayları mercek altına alıyor ve bunların hepsini bir anda, bir kapta takdim ediyor. Sanki kadrajın dışı diye bir şey yokmuş, âlem bundan ibaretmiş gibi bir üslupta sunuyor. (Kendi penceresinden gördüğü şekilde yorumladığı haberleri söylemiyorum bile.) Bunlar da insan ruhuna ağır geliyor. İnsan kendi dertlerinin üstesinden gelmekte zorlanırken bir de bu yoğunlaştırılmış kara haberler altında eziliyor.

Bir defasında memleketten bir dostum aradı ve durumumu sordu. Birkaç kez iyi olduğumu söylediğim halde tekrar nasıl olduğumu sorunca ben de “Bir şey mi oldu?” diye sordum.

“Az önce haberlerde izledim. Sizin oralar karışmış” dedi. Allah Allah! Benim olaydan haberim yok ama o haberlerden öğrenmiş...

Biraz haberin detayını anlattıktan sonra söylediği şu söz, medyanın insan üzerindeki tesirini benim âlemimde çok güzel resmetti:

“Oralar tehlikeli. Kalk gel memleketine!”

Ertesi gün araştırınca ancak olayın aslını öğrendim. Ama olay kapanmış, gitmişti.

İşte medyanın mahareti! Küçük bir olayı nasıl anlatmışlarsa bizim güvenle yaşadığımız yerleri, arkadaşımın zihnine “tehlikeli” olarak aksettirmeyi başarmış.

Haberlerin insan psikolojisi üzerindeki etkisini bir arkadaşımla konuşurken “RTÜK’ün buna müdahale etmesi gerekir” dedim. Arkadaşım da “Yıllardır böyle oluyor. RTÜK niye değiştirsin ki? Şayet bir sıkıntı olsa zamanında müdahale ederdi” dedi. Ancak zamanında böyle değildi. Eskiden bu kadar yoğunlaştırılmış cinayet, cinnet, kaza, felaket, dolandırıcılık, aldatma, yıkma, yakma haberi yoktu. Şimdi anında her yerden, her türlü haber alınabiliyor. Pek çok olay naklen izlenebiliyor.

O zaman o arkadaşıma demiştim:

Nasıl ki RTÜK şiddet içerikli dizi ya da programları daha geç vakitlere kaydırıyorsa böyle haberleri de o saatlere kaydırmalı. Hiç değilse o vakitte çocuklar izlememiş olur. Ya da nasıl ki televizyonlar spor, hava durumu gibi taksimat yapıyorlarsa bu haberleri de bu şekilde taksim etmeliler. Ve bunların sıraları, hatta saatleri belli olmalı. Gazetelerde “3. Sayfa” meşhurdur. Dileyen okur, dileyen bakmadan atlar, sonraki haberlere geçer.

Arada bir güzel ve insanı umutlandıran haberler de olmuyor değil. Ama bu kadar kara haberin arasında onlar da devede kulak kalıyor. Bu yüzden bir hal çaresi bulmak icap ediyor.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bir şey yapar mı bilemiyorum ama en azından herkesin kendisini muhafaza etmesi gerekiyor. Nasıl ki her programın herkese hitap etmediğini gösteren işaretler konuyorsa, nasıl ki anne babalar çocuklarına her filmi izletmiyorsa, aynı şekilde anne babalar kendi ruh sıhhatini bozacak programlara karşı bir şekilde sınırlandırma getirmek durumundalar. Yetişkin bile olsa insanı etkileyen, bilinçaltını şekillendiren bir etkisi vardır medyanın zira.
RisaleHaber.Com