Çocuğun
dünyasında korku filmi diye bir kavram yoktur ilk başlarda, sadece film vardır.
O da merak ve heyecan anlamına gelir onun için. Büyük umut ve heyecanla geçer
ekranın karşısına, sıkışır abi ve ablalarının arasına. Henüz ekranda korkunç
bir şeyler olmadığı halde, ortam gerilmeye başlar müziğin ritmiyle. Ritimle çocuğun
üzerine aldığı battaniye miktarı doğru orantılıdır. Ritim hızlandıkça çocuk da
battaniye altında kaybolmaya başlar. Tam o anda ekrandan herhangi bir şeyin hızlıca
geçmesi yeterlidir. Bazen bir çığlık kopar, bazen ani bir refleksle tamamen
battaniyenin altına saklanır ya da en azından yüreği ağzına gelmiş gibi
hisseder.
Ekrandaki
canavarların ne olabileceğini çok düşünür çocuk ama bir türlü anlam veremez. Gittiği
hiçbir hayvanat bahçesinde öyle varlıklar görmüş değildir. Demek ki böyleleri
de varmış diye düşünür ve ekranda yaşananları hemen kendi çevresine uyarlamaya
başlar. Şimdi evin önü, mahalle, her taraf canavarlarla doludur. Kapı bir
açılsa, içerisi canavarla dolacaktır.
Bir ara tuvalete
gitmesi gerektiğini fark eder ama üzerinden battaniyeyi kaydırmaya korkar. Çünkü
bir tarafım açılsa yaratık hemen kapar hissi hâkimdir. Öylece kıvranıp durur. Fakat
bir noktadan sonra kıvranmalar sallanmalara döner ve battaniyenin kapladığı
bütün alanlarda hissedilip herkesi rahatsız etmeye başlar. O zaman en genç kardeş
günah keçisi seçilir ve çocukla beraber gitmek zorunda bırakılır.
Çocuk, gördüğüyle
gerçek arasında gidip geledursun, nispeten büyük olanlar da “Bu nasıl mümkün
olabilir?” sorusunu sık sık sorarlar kendilerine. Çünkü bir türlü anlam
veremedikleri uyumsuzluklar vardır. Mesela takip edilmez bir hızla herkesi birer
birer kesip biçen bir mahlûkun varlığı fark edilir, ama hayvan o kadar hızlıdır
ki avını parçalarkenki bir sahnede bile ne olduğu ya da neye benzediği anlaşılamaz.
Filmin sonlarına doğru biraz biraz anlaşılmaya başlanır. En sonda hareketleri
inanılmaz yavaşlar. “Onca insanı birkaç saniyede parçalayan canavar bu muydu?” diye
düşünmeden edemezler. Hele bir de başroldeki oyunculara tolerans geçmesi, onları
çileden çıkarır. İlk avını parçalamasıyla başrol oyuncusuna karşı tavırlarını
izlerken, “Amerika’da da demokrasi yokmuş” hissini uyandırır büyüklerde.
Tabii ağabeyleri mantık
hatalarıyla meşgulken, çocuk izlediklerinin gerçek olduğunu sanır. Üstelik
başrolde kendisi vardır. Bizzat sahnenin içindedir. Hal böyle olunca çok
etkilenir ve birkaç gün etkisinden çıkamaz.
Ha bir de şu var,
filmin tam ortasında reklam arası verilir verilmez ekranda çok basit bir şeyin
belirmesi (mesela bir çikolata reklamı), çocukta yeni oturmaya başlayan mantık
kurma yetisini altüst eder. Adam vahşice boğazlanmak üzereyken pat diye ekranda
bir çikolatanın belirmesinin ve onu elinde tutan kişinin “Bu lezzeti hiçbir
şeye değişmem” kabilinden bir cümleyle bağırmasının bunda etkisi hiç de az
değildir. Küçük aklıyla yaptığı denklemde bir tutarsızlık hisseder ve işin
içinden çıkamaz bir türlü. Adam orada boğazlanırken çikolatanın lafı mı olur ki
pat diye araya girdi? Ama o birkaç dakikalık reklam arası çikolata gibi tatlı gelir
ona, nefesi normale dönmeye başlar.
En son sahnede herkes
biraz rahatladığını hisseder. Film bittikten sonraysa birkaç dakika kimse
yerinden kalkmak istemez. Birkaç dakika sonra hareket başlar ama bir kişi hâlâ
film devam edecek kararlığıyla yerinde sabit bekler. “Film bitti. Uyku zamanı”
denir ama o, film dünyasına dalmıştır bile.