27 Nisan 2013 Cumartesi

Sıradan mucizeler


Peygamberler eliyle gösterilen mucizeler, normal kanunlarda saklı olan mucizelere nazarları celbeden harika hallerdir.

Cenab-ı Hak, kanunlar silsilesiyle her şeyi dünyanın, dolayısıyla insanın hayrına çalıştırır. Milyonlarca sistemin çakışmadan çalışmasıyla ancak insan rahat bir hayat yaşayabilir. Fakat her şey zamanla insanın gözünde normalleştiği için sanki değersizmiş gibi muamele görür. Mucizeler, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı hiçbir şeyin sıradan olmadığını da dolaylı olarak haber verir. Mesela Musa aleyhisselamın mucizeleri olan çekirge, kurbağa, üveyik istilaları insanlara büyük bir ihtar hükmüne geçer ve bu hadise adeta manen der ki:

“Bu varlıklar her zaman vardır ve sizin hizmetinizde çalışırlar. Fakat siz isyanınızla, inkârınızla, bigâneliğinizle onları hiddete getirirseniz, sizin hizmetinizde olan hayvanlar size düşman kesilirse o zaman hayat sizin için çekilmez bir hal alır.”


Allah musahhar kıldığı için milyonlarca tür varlık insanlara ilişmeden, bilakis hizmet ederek yaşıyor. O türlerden sadece bir tür olan küçücük çekirgenin istilası bile insanları kıtlığın eşiğine getirebiliyor. Daha büyük olanlar ya da birkaç tür birleşip isyan etseler kimbilir insan ne kadar yaşayabilir. Fakat öyle olmuyor. Onlar Cenab-ı Hakk’ın emirlerine uyarak insanlara karışmıyorlar.

Önceki ümmetlerin isyanlarının cezasını dünyada çektiklerini okuyoruz Kur’an-ı Kerim’den. Fakat son peygamber olan Hz. Muhammed’in gelişinden sonra toplu helaklerin olmayacağı rivayetlerde var. Onlara bu dünyada mühlet veriliyor ve hesapları ahirete bırakılıyor. Büyük davalar büyük mahkemelere havale edilir çünkü.

Onca ilerlemeyle, teknolojiyle, gelişmeyle hakkın, hakikatin parlak mucizelerini görüp de sırt çevirenlerin hesabı ancak ahirette görülebilir. Çünkü onların bir inkâr ve isyanları bir olarak kalmıyor. Bu internet ve teknoloji zamanında bir anda yayılabiliyor, büyüdükçe büyüyor.

Ve maalesef, iç içe geçmiş milyonlarca sistem (mucize) hem tek tek hem de bir tek dille bağırıp Allah’ı ilan ederken, insanlar alışkanlık perdesi altında her şeye “normal” ve “sıradan” diyebiliyorlar böylece. Bu sathi nazarda, o inançsız ve inkârcı insanların payı büyüktür.

26 Nisan 2013 Cuma

Gökteki güzellikler

Cuma sohbetinde göklerdeki sanat harikalarından bahsedildiği esnada ben de camdan ufkuma düştüğü kadarıyla mavi semaya baktım. İnsan ruhunu okşayan maviliğin içerisinde hareket halinde olan kuşlar fark ettim. Ben leyleğe benzettim ama çok yüksekten uçtukları için tam ayırt edemedim.

Dikkatimi çeken diğer husus ise, dakikalarca baktığım halde kanat çırptıklarına hiç şahit olmamamdı. Sürekli daireler çiziyorlardı. Allah’ım bu nasıl bir kabiliyettir ki, kanat çırpmadığı halde daireler çizebiliyor ve daralan bir spiral gibi aşağı inmeden irtifasını koruyabiliyor.

Hayran olmamak mümkün değil. Böyle mükemmel bir sanat eserinin sahibi kimbilir ne kadar mükemmeldir. Rabbim bizi layık eylesin, âmin.

 

Sonra İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sinden okuduğum bir söz hatırıma geldi. Şu mealde bir cümleydi: Felek ve anatomi ilmini bilen bir insan şayet Allah’a iman etmiyorsa, bunun nedeni inattır.

Hakikaten gökler mucizelerle dolu. Belki de Rabbimizin pek çok ayette göklerden bahsetmesinin hikmetlerinden bir tanesi de budur ki ondaki yaratılış harikalarını ibretle nazarlara sunuyor.

İzlemesi bile insana ayrı bir dinginlik veriyor. Subhane men tahayyare fi sun'ihil ukul.

Tabii ben tekrar cuma sohbetine döndüğümde konu değişmişti. Neler kaçırdığımı bilmiyorum. :)


Sevgililer

Parkın bir köşesinde oturmuş iki genç, sabahın erken saatlerinde hararetle konuşuyorlar. Üzerlerindeki formalara bakılırsa öğrenci olmalılar. Sabah sporu için parkın etrafında turlayanlara aldırmadan konuşuyorlar.

Elli yaşlarında bir teyze, parkın bir başından diğer başına gidip geldikçe “Ya Baki, entel Baki!” duasını okuyor. Gençlerin aksine, o gayet sessizce söylüyor. Yanlarından her geçtiğinde onların konuşmalarını duyuyor. “Sen benim her şeyimsin” diyor erkek olan. Defalarca aynı şeyi tekrar ediyor. Sonraki tur için döndüğünde, “Sensiz yaşayamam” nakaratını işitiyor bu sefer.

Parktaki o günkü sabah sporunun son turlarını atan teyze, gençlerin hareketlendiğini görünce kendisinden önce onların ayrılıyor olmasına seviniyor. Birkaç tur da olsa rahat rahat dualarını terennüm edebileceğini düşünüyor.

Evet, gençler ayrılıyorlar ama kız ağlayarak uzaklaşıyor sanki. Erkek arkasından bağırıyor: “Sen de kendini bir şey mi sanıyorsun?”

Son turlarını atan teyze bir kez daha “Ya Baki, entel Baki!” diyor sessizce. Sırf dünya için, dünyaya ait olanlara bedel, o, Baki olana ilan ediyor halini. “Baki olan Sensin Allah’ım! Dünyanın kendisi gibi aşkları da fani!”

Ve bir kez daha tekrar ediyor: “Ya Baki, entel Baki!”

19 Nisan 2013 Cuma

Allah'ı tanıyan, şeytana uymamalı


“Allah’ı tanıdığı halde ona isyan edene, şeytanı tanıdığı halde ona uyana şaşıyorum.”

Hz. Ömer bin Abdülaziz, kendisinden önceki halife olan Süleyman bin Abdülmelik’e, şöyle bir ortamda söyler bu sözü:

Süleyman bin Abdülmelik, Hz. Ömer bin Abdülaziz’le birlikte karargâhına giderken atlar ve malzemelerle mamur karargâhtaki insanların koşuşturmasını göstererek, “Bunlar hakkında ne diyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer bin Abdülaziz’in cevabı ibretliktir:
Birbirini yiyen bir dünya görüyorum. Ve bundan sorumlu olan da sensin.”

Bu söz Süleyman’ın moralini bozar ama bu arada dikkatini çeken başka bir şey olur. Çadırından bir karga çıkar ve bağırarak uzaklaşır. Ağzında da çadırdan kopardığı bir parça vardır. Bu hadiseye hayret eden Süleyman, bunun ne anlama gelebileceğini sorar Ömer’e. O da, “Sanırım nereden geldiğini ve onu nereye götürdüğünü söyledi” cevabını verir.

Süleyman, amcaoğlu olan Ömer’i çok sever. Ömer’in cevapları zaman zaman onu üzecek mahiyettedir ama o alınmaz ve sürekli yanında bulunmasına dikkat eder. Süleyman, önemli konularda Ömer’in fikrini almadan karar vermez. İkna olmadığı halde Ömer’in kararı doğrultusunda hareket ettiği de çok olmuştur.

Süleyman o gezintide bir soru daha sorar. O ana kadar gördükleriyle bağlantısı var mıdır bilinmez ama soru şöyledir:
“En çok tuhafına giden şey nedir?”
Bütün cevaplarında olduğu gibi bu cümlesinde de zamanları ve sınırları aşacak pek çok ibretleri barındıran bir hakikate temas eder Hz. Ömer bin Abdülaziz. Şöyle der:

“Allah’ı tanıdığı halde ona isyan edene, şeytanı tanıdığı halde ona uyana şaşıyorum.”