17 Ağustos 2011 Çarşamba

Elif Şafak ve İskender

Efendim, Elif Şafak, sürükleyici kitaplar yazma konusunda gerçekten başarılı bulduğum bir isim. Çok başarılı bağlantılar kurabiliyor. Bu kitabı okurken de “Bunu buraya nasıl bağladı?” demekten kendimi alamadığım çok sahneler oldu.
Elif Şafak’ın kısa bir süre önce yayınlanan ve 200 bin sattığı söylenen kitabını henüz bitirdim. Kurgusu biraz Masumiyet Müzesi’ni çağrıştırsa da farklı mekân ve zaman dilimlerinde zikzaklar çizerek devam etmesi onu farklı kılmış.

Özetle, hikâye Kürt bir ailenin çocuğu olan Pembe ile Türk bir aileden gelen Ahmet’in evliliğini merkeze alınarak ve Mala Çar Bayan köyü-İstanbul-Londra arasında zikzaklar çizerek işleniyor. Yanlış anlaşılmalar, hayal kırıklıkları, zorluklar karşısında bir ailenin ayakta kalma mücadeleleri canlandırılıyor. Tabii tarihler de sürekli değişiyor. Bir kendinizi 1946’da buluyorsunuz, bir 1991’de; bir 1970’te, bir 1962’de...


Şahısların iç dünyalarını yansıtması da çok güzel. Bu kadar farklı insanın ruh dünyalarına bürünebilmek ayrı bir maharet istiyor. Ve Elif Şafak bunu başarıyla verebilmiş. Her karakter ayrı bir hikâye, her hikâye ayrı bir heyecan olarak kitap boyunca seyrediyor.

Betimlemeler, anlattığı olayın geçtiği yerle ilgili detaylar da Elif Şafak’a yakışır düzeyde hissettiriyor hemen kendisini. Bunu daha başarılı kılan da, yaptığı betimlemelerin anlatmak istediği konuyla bir yerde bağlanıyor olması.

Kafamda bazı soru işaretleri de oluşmadı değil.

Mesela kitabın adı neden İskender? İskender kitapta bir başrol oyuncusu gibi durmuyor. Diğerlerinden daha fazla yer alıyor da değil. Verdiği mesajlar var elbette ama diğerlerininki de ondan az değil. Bence Pembe daha ön planda. Üstelik kitap onun doğumuyla başlıyor (Esma’nın girizgâhını saymazsak), ölümüyle bitiyor (Esma’nın sonsözünü saymazsak). Ama İskender’in mektuplarında arka kapak yazısını andıran cümleler mevcut. Herhalde Elif Şafak, asıl anlatmak istediklerini onun diliyle vermek istemiş.

Kapak tasarımını Aşk kadar başarılı bulmadım. Elif Şafak’ın neden kendini bir erkeğe benzetme ihtiyacı hissettiğini anlayamadım. Şayet İskender’e benzemeye çalıştıysa kitapta anlatılan İskender karakterine uygun bir görüntü yakalanamamış.

İskender’e sanki yaşından büyükmüş gibi özellikler verilmiş.

Aynı şekilde Ahmet Toprak da anlatıldığından farklı davranışlar sergiliyor. 18 yaşına kadar İstanbul dışına çıkmamış içine kapanık birisiymiş gibi tarif ediliyor. Ama tek başına gidip kız isteyebiliyor ve köyün muhtarıyla tartışabiliyor. Ayrıca bir muhtarın İstanbul’dan gelen bir delikanlının fevri hareketlerine o kadar tahammül edeceğine pek ihtimal vermiyorum.

Kitabın ana karakterlerinin (ağırlıklı olarak) Kürt bir aileden gelen kişiler olmasına rağmen, kahramanların Kürt olduklarıyla ilgili bir hava oluşmadı bende. Hem olayın kahir ekseriyeti İngiltere’de (Londra’da) geçiyor, ama orada geçiyormuş gibi bir izlenim de oluşturmadı. Arada bir yer isimleri, çok nadir yabancı cümleler kullanılmasına rağmen bu havayı hissedemedim.

Kitapta ilginç bağlantılar, Elif Şafak’ın tarifiyle “Tesadüf olmayan tesadüfler” yer almasına ve bunlar kitabı cidden akıcı kılmasına rağmen, kitap bittiğinde damağımda bir tat hissetmedim. Hani bir film izlersiniz de film bittikten sonra bir süre dimağınızda dolanır durur, sizi etkisine alır... Ne hikmetse böyle bir his oluşmadı bende. Tamam, Elif Şafak insanı en çok yakınındakiler acıtır diyor, insanın önce kendi bilmecesini çözmesi gerektiğini vurguluyor; ama bu kadar mı? Kitaptan alacağımız bu mu? Bu handikabı aşmak... Neyse, oraya hiç girmeyeyim. Bunun için görüş serdetmek biraz ukalalık addedilebilir.

Benim hoş bulmadığım bir husus daha kitabın başlarında karşıma çıktı. Yunus aleyhisselam hakkında hakikatleri anlatmakla görevlendirildiğini öğrenince tabanı yağlayan tarzında bir ifade kullanmak çok yakışmamış. Hiç yazılmayabilir, illa yazılacaksa daha nezih bir ifade seçilebilirdi. Çünkü bu üslup bir peygamber için hoş düşmemiş. Üstelik Hz. Yunus yıllarca tebliğde bulunduktan sonra vazifeli olduğu yeri terk ediyor, peygamberlik verilir verilmez değil.

Bir de sanki roman devam edecekmiş de birden bitirilmiş gibi bir izlenime kapıldım. Mesela Tobiko’ya ne oluyor? Tom ve Kate İskender’i kabul ediyorlar mı? Hatip diye bir karakter ortaya çıkıyor ama pek de bir katkısı olmuyor (İskender’e basit bir tavsiyesi oluyor, o kadar); onun ileride bir etkisi olacak mı? Hem ayrıca İskender başkarakterken neden hapisten çıktıktan sonrasıyla ilgili pek bilgi verilmiyor. Oysa Esma’nın evlendiği, ikizlerinin olduğu ve artık yerleşmiş bir hayatının olduğu vurgulanarak onun hayatının sonrasıyla ilgili çok bilgi verilmiş.

Son olarak... Kitap yayınlandıktan kısa bir süre sonra ortaya atılan intihal denebilecek kadar esinlenme konusuna katılmadığımı belirtmek isterim. Hele (orada örnek olarak verilen) bir paragraftaki benzer bir cümleden yola çıkarak böyle bir hükme varmak çok da insaflı bir yaklaşım olmasa gerek.

Şimdi yazıya genel olarak bakınca sanki eksik gördüğüm yönlerinden daha çok bahsetmişim gibime geldi. Zira romanda kurgunun hiç de kolay olmadığını; mantık, zaman, mekân hatalarına düşmeden salimen romanı tamamlayabilmenin zorluğunu iyi bilirim. Bilmiyorum, belki de büyük beklentilerle okuduğumdan kaynaklanmıştır. Ama şu haklı gerekçemi ilave etmeliyim ki, Elif Şafak artık belli bir seviyeye gelmiş ve sevilerek okunan bir yazar. Dolayısıyla ayrıntılar da önem kazanıyor.

Tabii ben hâlâ kapaklarda kullanılan fotoğraflar konusunda mütehayyirim...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder