29 Eylül 2011 Perşembe

Tarih Önden Gitsin, Ben Yetişirim (19)

Güneş guruba meyletmiş, gölgeler iyice uzamıştı. Gözlerini aralayan Bilal, hayvanları otlatan çocuklara ve kendilerinden çokça uzun olan gölgelerine bakarken rehber konuşmaya başlamıştı. Az sonra Maaratü’n-Numan isimli bir yerde olacaklarını söylediğinde, “Herhalde Numan’ın Mağarası anlamına geliyor. Ama Numan da kim?” diye geçirdi içinden.

Rehber, Ömer bin Abdülaziz’in kabrini ziyaret edeceklerini söylediğinde, bu sefer tanımadığı Numan’la, az çok ismini duyduğu Ömer bin Abdülaziz arasında bir bağlantı olup olmadığını düşündü.

Rehber, “Birkaç dakika sonra orada olacağız” dedikten sonra bu dakikaları şehrin tarihi hakkında bilgi vererek değerlendirdi:

“Maaratü’n-Numan, Halep’e bağlı olan bir kasabadır. Şehrin asıl adı Maarre’dir. Bugünkü ismini Numan ibni Beşir el-Ensarî isimli bir komutandan alıyor. Bu şahıs I. Yezid döneminde Kûfe valiliği yapmıştır. Günümüzde şair ve felsefeci olarak bilinen Ebu’l-A’la el-Marri de bu kasabada doğmuştur.

 “Burası ilk önce Bizanslılara aitmiş. Sonradan Suriye’nin fethinden sonra Müslümanların eline geçmiş. Emeviler döneminde şehir iyice gelişmiş. Emevilerden sonra Fatımîler idaresini yürütmüş. Bu dönemde neredeyse şehrin tamamı Haçlı orduları tarafından yok edilmiş. I. Haçlı saldırısında neredeyse şehirdeki herkes telef edilmiş. Ama birkaç gün sonra kendileri büyük bir kıtlık yaşamaya başlamışlar. 15 gün boyunca yiyecek bir şey bulamamışlar. Açlıktan cesetlere saldırmaya başlamışlar. Allah, yaptıkları bu zulmü yanlarına kâr bırakmamış.”

Rehber sözlerini bitirdiğinde otobüs, Maarratü’n-Numan kasabasının birkaç km dışında bulunan Dar es-Siman mevkiindeki Ömer bin Abdülaziz türbesinin önüne park etmişti.

Herkes inip abdest tazeledi ve gelip aynı zamanda mescit olan türbede ikişer rekât namaz kıldı. İçeride başka ziyaretçiler de vardı. Onlar da Ömer bin Abdülaziz’in kabrinin başına vardıklarında oldukça kalabalık bir grup kümelenmiş oldu.

Selam, dua faslından sonra Ömer bin Abdülaziz’in ibretlik hayatı hakkında bilgi almaya başladılar. Bu sefer duygulu bir ses tonuyla konuşan rehberi, o esnada orada olan kasaba halkı da dikkatle dinlemişti:

Adalette nam salan Halife Ömer bin Hattab, herkes uykusundayken şehri dolaşır, ihtiyaç sahiplerini tespit edermiş. Bu şekilde tespit ettiği çok sayıda ihtiyaç sahibi olduğu gibi, aynı zamanda pek çok ilginç olaya da denk geldiği olmuş.

Bir defasında yine gecenin karanlığında Medine sokaklarında dolaşırken bir evden yükselen sesler dikkatini çekince olduğu yerde kalmış. Duyduğu bu ses, yasaklanan bir şey hakkındaymış. Bir anne, kızının süte su katmasını istiyormuş. Bunu nasıl yapabilirlerdi? Konuşmaların devamını dinleyen Halife Ömer, bu düşüncesinin cevabını almıştı.

Annesinin bu isteğine kızı, “Halife Ömer bunu yasakladı” demiş. İsteğinde ısrarlı olan anne, “Kızım Ömer bunu nereden bilecek?” deyince kızın verdiği cevap Hz. Ömer’i oldukça duygulandırmış: “O görmüyorsa da Allah görüyor!”

Bu sözleri duyan Bilal de duygulanmıştı. Annesinin söylediği söz çok doğruydu. Çünkü akşamın o saatinde Halife Ömer’in bütün evlerde ne olup bittiğini bilmesi mümkün değildi. Ama her ne kadar Halife Ömer görmüyorsa da onun Rabbi görüyordu. Kızı bunu çok iyi biliyordu. Ne muazzam bir iman! Herkes böyle düşünseydi o zaman toplumdaki güven, huzur artmaz mıydı? Herkes birbirinden emin olmaz mıydı?

Nitekim bu konuşmalar üzerine oradan ayrılan Halife Ömer, ertesi gün o evden gelen sütü inceletmiş ve sütte su tespit edilemediğini öğrenmişti. Kızı, annesine müsaade etmemişti.

Bu olay üzerine, bu kızı ve annesini halifelik merkezine davet etmiş ve duyduklarını anlatmıştı. Onlar çok mahcup bir durumda iken Halife Ömer’in yüzü gülüyormuş. Çünkü halkına olan güvenini artırmıştı. Bu memnuniyet üzerine, az önce oğlu Asım’la yaptığı bir istişareyi bu kıza iletmiş. Oğlu Asım’la evlenmesini istemiş. Kızdan da olumlu cevap gelince düğünlerini yapmış. Bu evlilikten Leyla isimli bir kız çocukları dünyaya gelmiş.


Yıllar birbirini kovalamış ve Emevi hanedanından olan Abdülaziz bin Mervan, Hz. Ömer’in torunu Leyla’yla evlenmek istemiş ve muradına nail olmuş. Hz. Ömer’i çok seven ve sıfatlarına hayran olan Abdülaziz, dünyaya gelen çocuğuna büyük dedesinin adını vermiş ve ona Ömer demiş.

Atları çok seven Ömer, bir gün atlarla oynarken atlardan birisinden bir darbe almış. Evladının bağırışlarını duyan Abdülaziz, oğlunu bulduğu zaman yüzü gözü kan revan içindeymiş. Halsiz bir şekilde yatan oğlunu kaldırıp yüzünü temizleyince, büyük kayınpederi Halife Ömer’in gördüğü bir rüyadan sonra söyledikleri hafızasında yankılanmaya başlamış.

Halife Ömer’in gördüğü rüyada kendisine önemli bir haber verilmişti. Buna göre kendi neslinden gelen ve yüzünde yara izi bulunan birisi, toplumda yer etmiş yanlış uygulamaları bitirecek ve yeryüzüne adalet salacaktı. Halife Ömer, uzun süre bu her hatırına geldiğinde kendisini heyecanlandıran rüyanın etkisinde kalmıştı. Sadece o değil, Hz. Ömer’den bu rüyayı duyan herkes hem heyecanlanmış, hem de artık geleceğine kesin gözle baktığı bu adaletli kişiyi intizar eder olmuştu.

Abdülaziz bin Mervan, oğlu Ömer’in yüzündeki bu yarayı görünce oğluna sıkı sıkı sarıldı ve sevinçle şöyle haykırdı:

“Eğer sen büyük deden Halife Ömer’in haber verdiği yüzünde yara izi bulunan kişi isen, ne mutlu sana!”

Abdülaziz haksız değildi. Çünkü önce Medine valisi, sonra da halifelik makamına oturan oğlu Ömer bin Abdülaziz, gerçekten de büyük dedesinin haber verdiği gibi o güne kadar yerleşen pek çok hatalı uygulamaya son vermiş ve adaletle hükmetmişti. Bunun en bariz örneği, Emevi döneminde adet haline gelen Hz. Ali’ye ve evladına camilerde okutulan ve adet haline gelen laneti sonlandırmıştı. Adaleti hakkında verilecek çok sayıda örnek mevcut... Henüz Medine valisi iken bir komisyon kuran ve bütün kararları o şûradan çıkan kararlara göre uygulayan Ömer bin Abdülaziz, halife olduktan sonra adaletle muamelede bulunmayan bütün valilerini geri çağırmış, yerlerine şûradan çıkan kararlara göre en adaletli ve takva sahibi olanları göndermiş.

Hem içte hem de dışta kısa zamanda gerçekleştirdiği büyük başarılar ve yenilikler bazı kesimleri iyiden iyiye rahatsız edince Ömer bin Abdülaziz’i önce tehdit ettiler. Adaletten vazgeçmeyince de zehirlediler. Kendisini zehirleyen kişi yakalandığında ona ceza verdirmemiş, ancak bu olayın arkasındaki adaletten hoşlanmayan kişileri yakalatıp onlardan bunun diyetini almış ve hak ettikleri cezalarını vermiş.

İkinci Ömer, İslam devletinin 5. halifesi gibi isimlerle adlandırılan Ömer bin Abdülaziz’in iki buçuk sene hakkıyla yaptığı halifelik görevi, zehirlenerek vefat etmesiyle son buldu.

Hem zamanının hem de sonraki dönemlerin âlimleri tarafından övgüyle anlatılan Ömer bin Abdülaziz, vefat ettiğinde 40 yaşındaymış.

Rehberin sözü bittikten sonra, arka taraflarda oturan uzun kıyafet giymiş birisi yanlarına yaklaştı ve “Hoş geldiniz” dedi. Türkçe konuşan bu kişi, ayaküstü kısa konuşmanın ardından herkesi türbenin yanındaki küçük çay ocağına davet etti.

Bilal bardağından bir yudum almak için kafasını kaldırınca karşısında Halit Bebek’i ve yanındaki onun yaşlarındaki kızı gördü. Yanında oturan rehbere “Bu çocuk buralı mı?” diye sordu. Bilal’in ne kast ettiğini anlayan rehber, “Evet, o bir Arap” dedi. İlk defa sarı saçlı, yeşil gözlü bir Arap gördüğüne şaşıran Bilal, bardağından ikinci yudumu aldığında çayını bitirmeyen kimse kalmamıştı.

Geride kalanlara veda ettiklerinde akşam namazı eda edilmiş, etrafı iyice karanlık bürümüştü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder