16 Eylül 2011 Cuma

Tarih Önden Gitsin, Ben Yetişirim (14)


Muhyiddin ibni Arabî’nin türbesinin çok farklı bir yapısı vardı. Bir apartmanı andıran binadan içeri girip halı döşenmiş merdivenlerden üç kat çıkarak, sonra caminin içinden geçerek hasır serili avluya çıktılar. Türbeye avludan gidiliyordu. Avludaki merdivenlerden bir kat aşağı inerek girdikleri türbenin her tarafında Arapça yazılar olduğu için anlamakta güçlük çekiyordu. Neyse ki rehberleri imdada yetişti ve hakkında gelmeden biraz bilgi edindiği bu kabrin sahibi hakkında onun ufkunu açacak bilgiler verdi.


Endülüs’te dünyaya gelip pek çok ülkeyi dolaşmış, Şam’da bulunduğu sırada vefat ettiği için buraya gömülmüş. Ama o zaman Şam’da yaşayanlar onun düşüncelerini tasvip etmediklerinden sıradan bir kabir yapmakla yetinmişler, hatta hiç kabir bile yapmamışlar. Bugünkü türbenin sonradan yapıldığını söyleyen rehber, bununla ilgili ilginç bir şey anlattı.

Muhyiddin İbni Arabî bir eserinde “Sin, Şın’a gelince, Muhyiddin’in kabri meydana çıkar” diye yazmış. Uzun yıllar anlaşılmayan bu söz, Yavuz Sultan Selim (sin), Şam’ı (şın) fethettikten sonra İbni Arabî’nin kabrini tespit ettirdiğinde anlaşılmış. Yavuz Sultan Selim, yanına bir imaret ve cami inşa ettirerek İbni Arabî’nin kabrini yaptırmış.

Rehberin anlattıkları arasında dikkatini çeken bir ayrıntı olmuştu. İbni Arabî, Şam’da bulunduğu sırada, henüz küçük bir çocuk olan Mevlana Celaleddin-i Rumî de babasının arkasından oradan geçiyormuş. Bir süre Mevlana’yı takip ettikten sonra, “Şu deryaya bakın ki, gölün peşinden gidiyor” diyerek hissettiği ya da bir keramet eseri olarak gördüğü Mevlana’nın manevi büyüklüğünü dile getirmiş.

Tıpkı Muhyiddin İbni Arabî’nin kabrini yaptırmak istemeyenler gibi, onun düşüncelerini sapıklık olarak kabul edenlerin sayısı hiç de az değilmiş. İbni Arabî, “vücut birliği” anlamına gelen ve yaratanla yaratılanın birbirinden ayrı olmadığını savunan Vahdetü’l-Vücut ekolünü geliştiren, sistematiğini kuran mutasavvıftır. Hem kendi zamanındaki, hem de kendisinden sonraki âlimler tarafından görüşleri ciddi bir şekilde eleştirilen İbni Arabî, “Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir” diyerek kendi düşüncesini izah etmiş.

İbni Arabî’nin düşünce sistematiği konusunda günümüz âlimlerinin de iki kısma ayrıldığını belirten rehber, onun hakkında olumlu düşündüğünü ve onun büyük bir veli olduğunu belirtmişti. Ona göre İbni Arabî aslında Allah’ı o kadar çok yakınında hissediyor ki, kendini ayrı düşünmüyor. Yani asıl var demeye layık olan Allah’tır; fani varlıkların Allah’ın varlığı yanında varlığı, yok denecek kadar azdır, hatta yoktur. İbni Arabî’nin kuvvetli bir Allah inancı olduğu için fikirlerinin kendisine zararı yok. Ancak ondan sonra gelenler, onun bu hassas bir dikkat gerektiren düşüncelerine gereken itina ile yaklaşmayınca zamanla yanlış anlaşılmalar olmuş.

Bilal, rehberin anlattığı bu karışık gibi görünen bilgilerin pek çok kişi tarafından anlaşılmadığına emindi. Ama onun için durum hiç de öyle değildi. Rehberden dinlediği bu bilgilerle İbni Arabî’nin geliştirdiği ekol hakkında anlayamadığı bazı noktalar çözülmüştü.

Rehber anlatacaklarını tamamladığını, artık otobüse dönmeleri gerektiğini söylediğinde, rehberin anlattıkları arasından tespit ettiği İbni Arabî’nin sözünü not etmeye çalışıyordu:

“Şu küçük insan, bu büyük âlemin bir minyatürüdür...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder