17 Eylül 2011 Cumartesi

Tarih Önden Gitsin, Ben Yetişirim (15)


Kalabalık bir caddeden ineceklerini ve burada bir trafik polisin sürekli beklediğini söyleyen rehber, mümkün olduğunca hızlı hareket etmeleri ricasında bulundu. Otobüsten indiklerinde göremedikleri memuru dönüşte görecek ve iki dakikada belki yirmi defa “yalla yalla” diyerek herkesin sinirlerini harekete geçiren tiz sesine tanıklık edeceklerdi.

Üstü açık kamyonetlerle, sağ ve solunda pirketten yapılmış eski evlerin arasında kalan dar sokaklardan geçtiler, Mevlana Halid-i Bağdadî’nin türbesine çıktılar. İlk gidenler arasında olan Bilal, türbenin hemen önündeki duvarın üstünde oturdu ve herkes toplanıncaya kadar etrafı seyretti.

Türbenin bitişiğinde mezarlık vardı. Yamaç boyu uzanan mezarlığın bittiği yerden şehir başlıyordu. Hatırı sayılır bir yüksekliği olan bu noktadan şehrin önemli bir kısmı seyredilebiliyordu. Ancak mesafe uzadıkça şehrin üstünü kaplayan sisin yoğunluğu artıyor, görmesini engelliyordu. Oldukça yüksek olan birkaç bina, genel olarak tek katlı müstakil evlerin arasından sıyrılmış, manzarayı bozmuştu. Hiç ağaç olmayan şehre karşılık, hemen önündeki mezarlık yemyeşildi.

Herkes toplandıktan sonra yeşil örtüye sarılı sandukçanın yanına vardılar. Herkes kendisine yönelmiş olan rehber, türbede yatan zat hakkında kısaca bilgi vermişti:

“Mevlana Halid-i Bağdadî, 18. yüzyılın sonlarında, 19. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Zamanının müceddidi, yani yenileyicisi olduğuna inanılır. Nakşî tarikatının Halidiye kolunun kurucusudur. Türkiye’de de, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde çok sayıda talebesi mevcuttur.”

Mevlana Halid hakkında ilk defa duydukları bilgileri, kerametleri ve sözleri zihninde tekrar ederek türbeden dışarı çıktılar. Herkes gelirken bindiği kamyonete bindi. Bilal çantasından not defterini çıkarmış, rehberin anlattıkları arasından özenle seçtiği ve unutmamak için sürekli tekrar ettiği Mevlana Halid’in sözünü yazmaya henüz başlamıştı ki, yanında bulunan kişinin kendisine doğru eğildiğini fark etti. Henüz ismini öğrenmediği ve hiç öğrenemeyeceği bu arkadaşı,

– Mevlana Halid’in nasıl vefat ettiğini biliyor musun, dedi.

Kaba görünmemek için ilgileniyormuş gibi yaptı ve kaşlarını kaldırarak “Hayır” dedi. Bu hareketi “Dinlemek isterim” şeklinde algılayan bu yeni arkadaşı anlatmaya başladı:

– Şöyle olmuş: Talebelerinden İbni Abidin, Mevlana Halid Hazretleri’nin yanında olduğu bir sırada, “Rüyamda Hz. Osman’ın vefat ettiğini gördüm” demiş. “Cenaze namazına çok kalabalık bir cemaat katıldı. Cenaze namazını ben kıldırdım” deyince Mevlana Halid Hazretleri, “Bu benim yakında vefat edeceğime işarettir. O zaman sen de kalabalık bir cemaat ile cenaze namazımı kıldırırsın” demiş. Bunu duyan talebesi çok üzülünce “Çünkü ben Hz. Osman’ın soyundanım” açıklamasını yapmış.  Gerçekten de çok geçmeden ülkede kol gezen veba salgınına yakalanmış ve vefat etmiş. Cenaze namazını büyük bir fıkıh âlimi olan Seyyid İbni Abidin Hazretleri kıldırmış.

İsmini bilmediği arkadaşının bu anlattıkları, ona önceki gün âmâ sahabi Abdullah bin Ümmü Mektum’un kabrini ziyaret ettikleri sırada fark ettikleri bir şeyi hatırlatmıştı. Orada, kapısının üzerinde “İbni Abidin” yazan bir türbe görmüştü. Türbenin yanında Hüseyin’le beraber etrafı incelerken yanlarına gelen rehber, “Bu türbede yatan zat kıymetli birisidir. Hanefi mezhebinin büyük bir fıkıh âlimidir. Aynı zamanda Mevlana Halid-i Bağdadî’nin talebesidir. Mevlana Halid’in vasiyeti üzerine, cenaze namazını işte burada yatan zat kıldırmıştır” demişti. Bu büyük zatın kabrini de görmüş olduğu için sevinç duydu.

Kamyonetten indiğinde kalem ve not defteri elindeydi. Henüz yazamamış olduğu özlü sözü hatırlayıp hatırlamadığını kontrol etti, zihnini yokladı. Derin bir nefes aldı ve sessiz bir oh çekti. Unutmamıştı. Alelacele bindiği otobüs hareket ederken hafızasında dönüp duran şu sözleri not defterinde sabitledi:

“Nefs-i emmareden kurtulmuş olmanın göstergesi, insanların övgüsünü ve ayıplamasını eşit görmektir!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder