Bir program sonrasıydı. İki arkadaşım yanıma geldi ve beni methetti. Bir kimseyi yüzüne karşı övmenin çok da sağlıklı olmadığını biliyorum. Kaç kez “Estağfirullah” dediğimin farkında değilim.
Bir süre sonra başka biriyle konuşurken benimle ilgili bir konuya
temas edeceğini fark ettim ve aynı şekilde konuşacağına dair bir kıpırtı
hissettim iç âlemimde. Neyse ki nefsimin beklediği olmadı. Ama o hislerimde
oluşan bu kıpırtı, aklımın bir yerlerinde sinyaller vermeye başladı.
Bir insan başkasının övgüsünden, methinden, teveccühünden neden
hoşlanır ki? Bu, ona ne kazandırır?
Bu çok sinsi bir his... İnsan her ne kadar yüzüne karşı övülmenin
manevi zararını biliyor olsa bile bu meyilden haz duyuyor.
Diğer taraftan bir de işin ibadet boyutu var... Farz ibadetleri bir
tarafa bırakacak olursak, çok faziletli olan ibadetleri, o vakitte müsait olsa
bile, yapmakta zorluk çekiyor insan. “Nasıl olsa sünnet” deyip yapmadığı da çok
oluyor.
Mesela, küçük çocuğu olanlar geceleri sık sık uyanırlar. Bazı
durumlarda uykunun kaçtığı da olur. Bundan hayırlı neticeler çıkaran takva
sahiplerine ne mutlu. Kaç defa onlara gıpta ederek ben de kılmaya gayret ettim.
Ancak pek fazla uykum olmamasına rağmen nefsimin nasıl bahaneler öne sürdüğünü
anlatamam.
Fakat gece ibadetinin ne kadar kıymetli olduğu herkesin malumu...
Cenab-ı Hak teheccüdü farz kılmayıp insanın iradesine bırakmış. Üstelik o kısa
vakit için büyük mükâfatlar vadetmiş.
Çok uzun sürmemesine ve neticesinde büyük mükâfatlar olmasına
rağmen insan neden buna rağbet göstermez? Çünkü gecenin bir yarısıdır ve kimse
onun teheccüdüne teveccühte bulunmaz!
Fakat aynı gecenin sabahında birisi ondan “Teheccüd namazlarını
kılan bir kardeşimiz” diye övgüyle bahsetse nefsi kendini Kaf Dağı’ndaymış gibi
ulaşılmaz hisseder. Halbuki birisinin övmesinin o insana zarardan başka bir
getirisi yok. Ehl-i iman için böyle en azından.
İşte bunlar nazara alınmayınca nefis insanların takdirine, methine
muntazır kalır. Hem ne olur ki? Bu “küçük” bir beklentidir!
Küçük gibi görünen bu beklenti, insanı korkunç neticeye ulaştıran
bir yolun başlangıcıdır aslında. Kendinde bir şeyler görmeyle başlayan bu
yolculuk, sonrasında o şeyi kendiyle özdeşleştirmeyle devam eder ve kendine mal
etmeye kadar gider. “BEN yaptım!” dedirtir.
Allahu a’lem bundan dolayı olsa gerektir ki kendisini yüzüne karşı
övenlerin yüzüne toprak atma tavsiyesinde bulunulmuş. Bu hadiste özellikle
“toprak” örneğinin verilmesi de manidar gelir bana. İnsana çok şeyler
hatırlatan bir kelime... En temelinde, madde itibariyle bir avuç topraktan
kıymetli olmadığı hissettirilir.
Haddini bilenler için elbette bu bir sorun teşkil etmez. Bu özellik
onlar için fahre değil, belki şükre vesiledir. Kendisinde olan kabiliyetlerin
hakiki sahibini bilir ve O’na şükreder. Cenab-ı Hak o neticeleri onun üzerinden
hasıl kılıyor. Yani hakikat-i halde kuru bir çubuk hükmünde olduğunun
farkındadır. Lafta değil, gerçekten farkındadır...
Netice-i kelam, Hakîm-i Mutlak olan Cenab-ı Hak hiçbir şeyi boş
yere vermez insana. Şayet bu duyguyu verdiyse, mutlaka insanı cehenneme değil,
cennete götürecek boyutları vardır. Tıpkı diğer duygularda olduğu gibi...
Dolayısıyla ben de “teveccühten hoşlanma” hissinin yönünü kaybetmesinden
kaynaklanabileceğini düşünmeye başladım.
Çünkü Cenab-ı Hak kendi rızası için yapılanlardan memnun oluyor.
Meleklerine gösteriyor. Sayısı bizce malum olamayacak kadar çok melek insana
gıpta ile bakıyor. Tabii onların bu bakışı, insanlarınki gibi olumsuz
neticelere zemin hazırlayan bir bakış değil. Ahiret semerelerini arttıran,
duayı beraberinde getiren bir bakış.
Gecenin bir vaktinde, kimsenin olmadığı bir anda, riyadan uzak bir
ortamda, O’ndan başkasının görmediği bir mekânda, O’ndan başkasından teveccüh
beklemeyerek kılınan bir teheccüd, mesela.
Asıl teveccüh budur işte...
Rabbim c.c Hulus-u Kalb ve Kemal-i Şevk ile
YanıtlaSilUbudiyet İhsan Eylesin .
Aminnn ...