3 Mart 2012 Cumartesi

Bir çocuk kalbi berraklığında kadir gecesi

Henüz küçüktü. Yine tatlı heyecanların her yanını sardığı bir zamandaydı. Her ramazanda hissederdi bunu. Her soluyuşunda içine bir tatlılığın yayıldığını hissederdi bu atmosferde. Hele her kadir gecesinde şehrin merkezindeki camide sergilenen Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın sakal-ı şerifinin getirildiğini öğrendiğinden beri içi içine sığmıyordu. Salavatlar eşliğinde sakal-ı şerifi ziyaret etmek ne kadar da tarifi zor bir lezzet hissettirirdi o küçük kalbine.

Ancak sakal-ı şerifin getirildiğini öğrendiği ilk sene ziyaret etmesi çok kolay olmamıştı. Öyle büyük bir izdiham vardı ki, dışarıdaki kuyruğun ucunu görebilmiş ama sonunu kestirememişti. Aslında bu kalabalık hoşuna gitmişti. Çünkü yakın köylerden gelen araba dolusu insanlar bu şehrayine renk katmışlardı. Bu küçük ilçede bu kadar kalabalığa hiç şahit olmamıştı. Farklı bir akşamdı... Herkeste bir farklılık vardı. Sanki bir bayram havası vardı. O nasıl bir şeydi ki bunca insanı kar-kış, uzak-yakın demeden bir araya getirmişti?

Sonraki sene caminin içerisine girmek, sakal-ı şerif sergiye açılırken takip etmek için düşüncelere dalmıştı. Sonunda bir karara varmıştı...

Günler birbirini kovalamış ve sonraki yılın ramazanı gelivermişti. İlk günlerde açlık biraz zor gelse de, ruhen hissettiği lezzetler ona daha tatlı gelmeye başlamış ve kısa sürede açlığa da alışır olmuştu. Henüz Kur’an’ı istediği gibi hızlı okuyamıyordu. Ama camilerdeki mukabelelere katılarak hafızları takip ediyor, böylelikle kendisini büyük adamlar gibi hissediyordu.

Her geçen gün heyecanını biraz daha arttırıyordu. Çünkü Kadir gecesi geliyordu. Ve bu sefer dışarıdaki kuyrukta beklemeye hiç niyeti yoktu.

Derken beklenen gün gelmişti... Daha vakit girmeden abdestini almış, akşam ezanının okunmasını beklemeye başlamıştı. Ezan okunur okunmaz çorba kâsesine yumulmuş ve birkaç lokma ekmekle beraber çorbasını bitirivermişti. Daha kimse çorbasını bitirmemişken “Ben gidiyorum” diyerek hızla sofradan kalmıştı. “Oğlum daha yemeğini yemedin” diyen annesine, “Ben doydum” diye cevap vermiş ve hızla montunu alıp evden çıkmıştı. Küçük oğlunun nereye gideceğini tahmin eden babası sesini çıkarmamıştı.

Biraz hızlı, biraz da koşar adımlarla ilerleyip camiye birkaç dakikada varmıştı. Camiye vardığında, yol boyunca içini kemiren korku bir anda kaybolmuş, yerini neşeye bırakmıştı. Çünkü camide yer bulabilmişti. Sakal-ı şerifin sergilendiğini bildiği yerin hizasında bir yer seçmiş ve hemen akşam namazına durmuştu. Belki de hayatının en huşu içinde kıldığı namazıydı. Âlemlerin Rabbinin huzurunda ve O’nun en sevdiği kulunun mübarek sakalının hizasında namaza durmuştu.

Akşam namazının ardından, yan taraftaki raftan aldığı Kur’an’dan henüz bir sayfa okuyamamıştı ki teravih sohbeti başlamıştı. Dakikalar geçtikçe içerisi gittikçe kalabalıklaşmış ve artık içeride pek yer kalmayınca insanlar son bir umut safları iyice sıkıştırmaya başlamıştı.

İşte ne olduysa o esnada olmuş ve onun küçük kalbine çok ağır gelecek, belki de uzun bir zaman izleri silinmeyecek bir hadise vuku bulmuştu.

Arkadan uzanan bir el omuzuna dokunmuştu. Arkasını dönünce tanıdığı birisi olduğunu fark etmişti. Ona şöyle fısıldamıştı: “Arka safta duran bir arkadaşın var. Seni oraya çağırıyor.”

Çocuk aklı o an olan bitenden habersiz ve tanıdığı, bildiği bir amcanın sözüne itaatten mütevellit, bir şey demeden kalkıp arka safa doğru ilerlemişti. Fakat ne tanıdık bir arkadaş, ne de onun yüzüne bakan bir çift göz görebilmişti. Tekrar arkasını döndüğünde o amcanın yerini kaptığını esefle görmüştü. Bu manzara onu öyle etkilemişti ki, sanki içinde bir şeyler kopmuştu da canını yakmıştı.

İçi kan ağlıyordu ama bir taraftan da henüz her şey bitmiş değil düşüncesiyle namaz safları arasında dolaşmaya, küçük bedeninin sığabileceği kadar bir yer aramaya başlamıştı. Fakat içerisi o kadar dolmuştu ki hiçbir yer de yer bulamıyordu. Artık gözyaşlarına mani olamaz olmuştu. Puslu gözlerle yer araya araya ta en arkaya kadar gitmiş, ama orasının içeriye göre çok daha kalabalık olduğunu görmüştü. Şimdi ayakkabılıkların olduğu yerdeydi. Ve burada değil oturmak için, ayakta duracak kadar bile yer yoktu.

Bütün hayalleri suya düşmüştü. Kalabalığın arasında zorla ayakkabılarına ulaşıp dışarı çıkmış, dışarıda bir yerde oturup hüngür hüngür ağlamıştı.

Onu bu vaziyette görüp de teselli etmek isteyen birkaç kişi olmuştu ama ağzından tek kelime çıkmadan sürekli ağlamıştı.

Kimbilir küçük kalbi nasıl bir sevgiyle bağlanmıştı da günlerce beklemişti bu anı. Ama şimdi istediği yerde değildi.

Sonunda ezanlar okunmuş ve namazlar eda edilmeye başlamıştı. Her tarafta kar olduğu için dışarıda namaz kılacak yer bulamamıştı. Ama bir yere gitmemişti o. Saatlerce de olsa beklemeyi göze almış ve namazın sonuna doğru dışarıda oluşan kuyrukta, en önlerde yer almıştı.

Birkaç saat süren bir bekleyiş, içeriden yükselmeye başlayan salavat-ı şerife sesleriyle son bulma sinyali vermişti.

İçerideki cemaat sırayla ziyaretini tamamlayınca sıra dışarıdakilere gelmişti. Adım adım ilerledikçe ruhunun kanatlandığını hissetmişti de salavat-ı şerifeleri nasıl da içten okumuştu. Öyle ki, bütün o kalabalığın çıkardığı sesin arasından kendi tiz sesini çok rahat fark edip de sesini alçalttığı demler olmuştu.

O an her şeyi unutmuştu. Kendisini aldatan “amca” dediği o tanıdığını da. Sonunda altından geçmişti yukarıdan sarkıtılan sakal-ı şerifin. Cam bir fanusun içerisinde duran birkaç sakal teli... Onu bu kadar etkileyen şey bunlar mı olmuştu? Küçük aklı bunu tam idrak edememişti ama kalbindeki kıpırtılardan bunun normal bir şey olmadığını fark edebilmişti.

Daha ne olduğunu anlayamadan akıntının içerisinde iyice ilerlemiş ve umduğu kadar ona yakın olamamıştı. Yeniden gelmeyi düşünmüştü aniden... Evet, yeniden kuyruğa girip, tekrar ziyaret edebilir ve bu sefer daha yakından bakabilirim diye içinden geçirmişti. Fakat sanki caminin imamı onun kalbini okumuş gibi bir anons yapmıştı. “Lütfen tekrar sıraya girmeyiniz” deyivermişti. “Neden ama neden?” diye düşünürken, imam sanki ikinci defa kalbini okumuş gibi, “Çünkü hanım cemaatimiz bekliyor” diye onun içinden geçirdiği soruya cevap vermişti.

Yeterli olmamıştı ama sakal-ı şerifi ziyaret etmişti. Bu, onu yeterince mutlu etmişti de. Bu duygularla evin yolunu tutarken arada bir hayalinin orta yerinde o amcanın silueti belirip duygularını alt üst etmişti. Şimdi, belki o andan daha çok kızmaya başlamıştı o amcaya. Aman Allah’ım! Yoksa artık bu siluet hiç hatırından çıkmayacak mıydı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder