Gözleri göğü tutan bir ışık:
Gülüyor, göklerde kanı
kaynaşık...
Feza süzülüyor kirpiklerinden.
Başında bir bulut... Sâhi”!
Yürür, durur, gider, bekler
Bulut değil, yâ İlâhî!
Taç tutuyor O'na gökler...
Ve fikir, dipsiz fikir,
ebedilik süresi...
Kum tanesinden küçük, bastığı
arz küresi...
Kur'an esrar oluğu
Sonsuzluğun soluğu
İsrâ... Gece gitmek...
Kur'an'da ismi
Bir yolculuk... İsrâ
Zamandan mekandan âzattır cismi
İlahî ibrâ...
Seven, sevilenle buluşmak diler;
En mahrem meclis...
“Geceleyin beni alıp gittiler.”
Ne güzel hadis!
Çıktı, çıktı.. henk âhenk
merdiven...
Her katta bir iş...
Döndürüp yıldızlar üstünde
düven
Kat kat yükseliş...
O erişti, nasıl erişsin
tabir?..
Had ötesi had...
Bir O, tek kul, bir de sayı
üstü BİR
Allah ki, Ehad...
Yolları göklere bağlayan perçin
İnsanlığı Resulden gayrı kimse
güdemez
Mukaddes parmak göğe doğru...
Ve ay iki şak;
Vurduğu granit kaya, külden
daha yumuşak.
Çukurlarda su kaynar, O'nun oku
değince;
Yemek tükenmez olur, O
'Bismillah' deyince.
Mucize o iştir ki, bitirilmez
saymakla;
Sen bir kafes geçir de şu kâr
ışıklı akla;
Gel karanlıkta gör, nur gibi,
nur gibi duru,
‘Olur'daki ‘olmaz'la,
‘olmaz'daki ‘olur'u!
Her şey mucize O'nda çehre,
kaş, göz ve kirpik;
Yere düşmeyen dua, fezayı saran
iplik!
Kurtuluş mührü ayak, Kur'an'a
mecrâ ağız.
O ki, âlem o yüzden; O ki, o
yüzden varız!
Asiller içinde asil soy;
İbrahim Resûle varan boy...
Ne zayıf, ne toplu, tam nispet...
Ortayken uzuna yakın boy...
Benzi mi hem beyaz, hem
esmer...
Saçından siyahlık nur emer
Dudaklar bir şiir, kıvrımdan;
Burnundan çok hafif bir
kemer...
Ya gözler? Madeni siyahın;
Sakalsa, bestesi gümrahın...
Düşün ki ilâhi aşka denk
Çizdiği o çehre Allah'ın
Dişleri yontulmuş âhenkten;
Diş diş nur, diş diş nur,
hevenkten,
Ne desin çizgiler ve renkler?
O bir ruh, çizgiden ve
renkten...
Teninin ipekti dokusu;
Yoktu hiç buruşmak korkusu
Elleri değdiği her yerde
Kalırdı günlerce kokusu.
O'dur konuşan O'dur!
Neylesin hitabelere?
Çit yok yerde ve gökte;
İçte, sessiz cezbeler
Başlarında bir kuş var
Tavrında sahabeler
O kuş ürkmesin diye
Durmuş kalpte darbeler.
Dönmeye başlayalı zaman
dedikleri çark;
Gökyüzü ve yeryüzü, şimâl,
cenup, garp ve şark,
Görmedi, görmeyecek o söz
mucizesini
Batan bir güneş rengi
hâlelenmiş sesini,
Allah Resûlü yüz bin sahabiye
hitapta...
Çizgi çizgi toplamlar... İslâm
büyük hesapta...
O, bir kum tanesine kubbe
doğurtan nefes
O, bir ses, bir ses, ölüm
perdesini delen ses...
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder