Mustafa İslamoğlu’nun
din büyükleri hakkındaki iddiaları, ilk defa söylediği şeyler değil. Yıllardır
dile getiriyor. Ancak bu son zamanlardaki söyledikleriyle daha bir önplana
çıkar oldu. Bunda üslubunun sertleşmesinin katkısı da var. Böylece günlerce
gündemden düşmez oldu. Bu mevzuya bilahare değineceğim ama önce başlangıç
kabilinden başka bir mevzuya değinmeyi uygun görüyorum.
Medyanın insanın fikirlerinin teşekkülü üzerindeki tesiri çok büyük. Hele günümüzde
çok daha ileri noktaya varmış durumda. Hiç görmediğimiz, bilmediğimiz yerlere
dair bilgiler öğreniyor, sanki görmüş gibi malumat sahibi olabiliyoruz bu
sayede. Fakat bunun bir yönü daha var. Medyada anlatılan her şey doğru değil.
İşte mesele de burada düğümleniyor. Orada nasıl anlatılıyorsa insan da öyle
değerlendiriyor ve işin aslının, esasının ne olduğunu araştırmadan hemen
öyleymiş gibi hükmedebiliyor.
Bunu şu örneğe dayanarak söylüyorum: Önceki gün birkaç arkadaşımızla sohbet
ederken konu Mustafa İslamoğlu’nun son zamanlarda gündeme gelen konuşmalarına
geldi. Fakat öyle hızlı geldi ki, İslamoğlu dinden çıkmış gibi ifadeler
söylenerek birkaç dakika içerisinde hakkında hüküm verildi ve konuşmalar bu
minvalde devam etti.
Ben gerekçesini sorunca, onun Abese suresindeki mealini örnek verdiler ve
buradaki mealinde Hz. Muhammed’e (a.s.m.) “kibirli” dediğini ileri sürdüler.
Dolayısıyla peygambere bu şekilde hakaret edenin dinden çıkacağını söylediler.
Fakat ilginçtir ki, Mustafa İslamoğlu’unun söz konusu kitabını alıp da okuyan
yoktu. Hepsi medyada gördüklerine göre konuşuyorlardı.
Evet, Mustafa İslamoğlu Hayat Kitabı KUR'AN Gerekçeli Meal-Tefsir
isimli mealde Abese suresinin ilk ayetindeki hepimizin “yüzünü ekşitti”
şeklinde okuyageldiğimiz ifadeyi “surat astı” olarak tercüme ediyor ve burada
surat asanı “kibirli adam” olarak niteliyor. Fakat ikinci ayetin hemen sonuna
konan bir dipnot var. Orada şöyle bir açıklamaya yer veriliyor:
“Özetle; 1 ve 2. âyetteki muhatap (yani “o kibirli adam”) Velid b. Muğire
b. Şube* veya Ubey b. Ka’b, 3 ve 4. âyetteki muhatap ise Hz. Peygamber’dir.”
İslamoğlu, ilk iki ayette kastedilenin Hz. Muhammed (a.s.m.) olmadığını
söylemiş. Belki yanlış... Nitekim meal ve tefsirlerin kahir ekseriyetinde
burada kastedilenin Allah Resulü (a.sm.) olduğu söyleniyor. Ama İslamoğlu, “o
kibirli adam”la kimi kastettiğini bu dipnotta açıkça belirttiği için buradan
hareketle onu sıkıştırmak ve daha ileri giderek "zındıklıkla"
suçlamak çok cüretli, dahası çok mesuliyetli bir hüküm olur.
Oysa “zan”dan yola çıkarak bir insanı zındık diye nitelemeye kimsenin hakkı
yoktur.
Çok uç bir örnek olacak ama Medine münafıklarının kâfirlerden daha dehşetli
olduğu herkesin malumu. Allah Resulü ferasetiyle kimin ne olduğunu çok iyi
biliyordu. Ayrıca Uhud’da da, Hendek’te de, Tebük’te de Müslümanları yüzüstü
bırakıp ayrılanlar onlardı. Buna rağmen açıkça onları tekfir etmedi.
İtidalli olmak lazım. Ortaya atılan bir iddia varsa ona cevap vermek icap
eder. Çok şükür bunu yapanlar da az değil...
Fakat tekfir etmek... Bu çok ayrı ve uzak durulması gereken bir şey.
Birisini dinsizlikle itham etmek kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, şayet
iddia edildiği gibi karşı taraf küfre girmiş değilse, iddia sahibinin imanını
tehlikeye düşürür. Çünkü bu konuda hadisin işareti var. İtham edilen kişi
küfürde değilse, küfür, iddia edene döner mealinde... Ve burada her iki taraf
da kaybeder...
“Hadisleri inkâr ediyor” konusu da, İslam büyüklerine dair cüretkâr
ifadeleri de biraz tartışmalı. Yani demek istediğim, zındık denecek kadar ileri
bir noktaya taşımaz konuyu.
Söylediklerini hep bir noktaya dayandırarak dile getiriyor İslamoğlu.
Dolayısıyla bunlardan rahatsız olan bir ehl-i tahkike düşen, onun iddia ettiklerinin
doğru olup olmadığını bizzat araştırarak görmektir.
Yoksa sokak kavgası üslubuyla olayı hiç alakası olmayan birtakım
söylemlerle “o zaten böyle bir adam” deyip fikirlerini değil de şahsını hedef
alarak meseleyi halletmeye çalışmak, maalesef mütehayyir olanların dünyasında,
karşı tarafın haklı olduğu izlenimini kuvvetlendirmekten öte hizmet görmüyor.
Peki İslamoğlu hakkaniyetli bir yolda mı? DEVAM EDECEK...
------------
* Buradaki “Velid b. Muğire b. ŞUBE” sehven yazılmış olmalı. Çünkü Velid’in
dedesi Şube değil, Abdullah’tır. Muğire bin Şube, Taifli olup Sakif
kabilesindendir ve duhât-ı Arap diye nitelenen dâhilerden birisidir. Bu zat
600’lü yıllarda dünyaya gelmiştir ki, Velid’in babası Muğire olması bir tarafa,
Velid’in oğlu olan Halid bin Velid’den bile yaşça küçüktür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder