30 Ocak 2014 Perşembe

Şebperest




Bir kitabı ön plana çıkaran özelliği etkileyici olması mıdır, yoksa öğreticilik seviyesinin yüksek olması mıdır? Belki göreceli bir konudur bu, ama bana kalırsa her ikisinin de olması kitabın kalıcılık derecesini arttırır. Özellikle dayandığı -mantıklı olsun olmasın- felsefik bir düşünce varsa ve bunu mantıklı doneler serdederek ispatlamaya çalışıyorsa bunun başarı oranı çok daha yüksek olacak ve belki de kitap elden düşmeyen çok satanlar arasına girecektir. (Ama bundan da ötesi etkili bir reklam… Çok başarılı kitapların bu yüzden okuyucularıyla buluşamadığına şahitlik ediyoruz maalesef.)

Bazı romanlar bu kategoride değerlendirilebilir. Heyecanlı, gizemli, belki de fantastik kurgusuyla okuyucunun zihnini açık tutarken bir taraftan da kendi düşünce sistematiği okuyucuya anlatılır. Son yıllarda filme çevrilen pek çok kitabın başarısının arka planında fikrî alt yapının tutarlılığının çek etkisinin olduğunu görebiliyoruz. Tabii yine güçlü bir ekonomik desteğin yardımıyla…

Bu yakınlarda çıkan yeni bir roman, Türk edebiyatındaki yerini aldı. Bakir bir alanda, hakkında çok az kişinin eser verdiği, çoğu kişinin üzerindeki yorganı açmaya cesaret edemediği rüyalar ve onların insan psikolojisi üzerindeki etkisine değiniyor bu roman. Akıcı ve fantastik kurgusuyla okuyanları heyecanlı atmosferine alırken aynı zamanda rüyalar ve onların geçmişine dair bir dizi bilgiyi de sıkmadan aktarıyor.

Ahmet Ay’ın Şebperest isimli kitabından bahsediyorum. İyi bir araştırmadan sonra ortaya çıktığı her halinden belli olan romanın satır aralarında da önemli mesajlar ve önemli ipuçları gizli. Bunlar bazen insan ruhunun feryatları, bazen de tecrübelerini paylaşan bir karakterin anlatıları olarak çıkıyor karşımıza.

Kitap, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Ne şebem ne şebperestem” mısralarıyla başlıyor. Esasında ismini de bu mısralardan alıyor. Kitabın ilk sayfalarından bunu anlamak mümkün. Görünüş itibariyle sanki rüyalara ehemmiyet vermeyen bir girizgâhla başladığınız halde, kitap bittiği zaman rüyaların insan üzerindeki yadsınamaz etkisini biraz daha yakından fark ediyorsunuz.

Sadece bunlar değil tabii; psikoterapiler, insan ruh halinin çeşitliği, arka planına çok nüfuz edemediğimiz insanın manevi yapısı gibi konularda da bazı ipuçları elde edebiliyoruz.

Başkahramanımız Yusuf’la eşi Deniz arasında geçen diyaloglar da çok dikkat çekici. Mesela Deniz’in söylediği şu cümle, insanın içinde bir yerde yatan bazı özel hislerin özlü ifadesi hükmünde:

“Yokluk çok acı değil mi? Bir daha görüşemeyeceğimizi bilmek aklını başından alıyor.”

Peki şimdi bütün bunların girizgâh kısmında söylediklerimizle ne alakası var?

Kurgu ve içeriği çok başarılı olan kitaplara ciddi tanıtım desteği gerekiyor. Türkiye’deki çok az yayınevinin bütçesi etkili bir reklamı kaldırabiliyor. Hal böyle olunca da maalesef bazı kabiliyetler inkişaf edemeden kaybolup gidiyor. Diğer taraftan başarılı bir şekilde tanıtılan her kitabın da o övgüleri hak edip etmediği ayrı bir tartışma konusu.

Ahmet Ay her çalışmasında yeni ve farklı bir konuyla karşımıza çıkarak bizi umutlandırıyor ve yarınlara dair umutlarımızı kuvvetlendiriyor. İnşaallah bu çalışmalar güzelleşerek ve hak ettiği desteği görerek daha çok kişiye ulaşır. Yolun açık olsun sevgili kardeşim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder