27 Ocak 2012 Cuma

İnsan neden yazar?

Aman Allah’ım! Yazacak ne çok şey var.

Her gün kafamda birkaç konu dönüp duruyor. Daha bir tanesini yazamadan başka biri zihnimin bir yerinde alarma geçiyor. Bazen aninden yanıveren bir ışık; bazen uzaktan uzağa fark ettiğim, ama tam toparlayamadığım için şimdilik sadece bir imlik attığım; bazen de artık yazılabilirlik kıvamına geldiğini hissettiğim konular olarak üç grupta toplayabilirim herhalde.



İnsan beyni çok acaip yaratılmış... Hiç beklenmedik yerlerden hiç hatıra gelmeyecek bağlantılar kurabiliyor. Örneğin akşam iş çıkışı eve giderken yolda gördükleri bile hayalini türlü türlü diyarlarda gezdirebiliyor. Bir çocuğum masumiyeti, arkadaşına bir şeyler anlatan bir delikanlının heyecanı ya da eşinin azıcık önünden yürüyen yaşlı bir amcanın bu hali, insanlığın farklı dönemlerinde gezmesi için ona yetiyor da artıyor bile. Hayalinde kimbilir neler canlanıyor o an. Her üçü de üzerinde ayrı ayrı durulması gereken, ayrı ayrı incelenmesi gereken konularmış gibi beliriyor o insanın gözünde.



Peki bunları kaleme alması, belki büyük mazi arşivine girip de üzeri tozlanmış bir hatırasını çıkarıp insanlarla paylaşmasının kendisine bir faydası olacak mı?

Ya da bunları yazarak rahatlamış mı olacak? Belki de yazmanın arkasında yatan asıl neden budur. Tıpkı içinde biriktirdiklerini bir arkadaşına anlatarak rahatlamak gibi...

Neden olmasın ki? Gerçekten sanala doğru kayan ve gittikçe büyüyen bir eğimin, bir rampanın eşiğindeyiz şu sıralar. Belki de ortasındayız. Ve bu eğim gittikçe de artacağa benziyor. Kimbilir, belki de, tıpkı bir zamanlar sadece televizyon ekranlarında gördüğü bir maymunu yıllar sonra bir hayvanat bahçesinde görüp de heyecanlanmak ve daha sonra sanki büyük bir iş yapmış gibi gelip göğsünü kabarta kabarta arkadaşlarına anlatmak gibi, yıllar önce gördüğümüz bir tarladaki buğday başaklarını, bir bahçedeki domates fidesini birbirimize büyük bir kabiliyetmiş gibi anlatacağız. Sanal ortamda... Sanal arkadaşlara... Gerçekte olup da bizim için sanal olan arkadaşlara...

Sanki bu, sanal ortam sosyalliği gibi bir şey. Sanal sosyallik...



İnsanlar birikimlerini birbirilerine anlatarak hem rahatlıyorlar, hem arkadaş çevrelerini genişletiyorlar, hem de yaşama sevinçlerini zinde tutmaya çalışıyorlar. Belki de...

Yazmanın bu yönünün ya da bu faydasının olduğu muhakkak, yani insan yazdıkça rahatlar. Ama sadece buna indirgenemeyeceği de bir gerçek. Bana kalırsa yazmanın en önemli faydalarından biri de insanların birikimlerini, heyecanlarını, sevinçlerini birbirleriyle paylaşmasını sağlayan bir araç olması... Yani yazıyla tecrübeler paylaşılıyor...

Bundan da çıkan sonuç sanki şu oluyor gibi:

Aslında yazmak, hayata not tutmak, fihriste yapmaktır. Hayatı düzene sokmak için güne, haftaya, yıla ya da ömre dair planlar yapmaktır. Yazmak, daha verimli yaşamaktır.



Allah’ım! Ben ne yazmak için başlamıştım bu yazıya, ama nereye geldim... Belki de yazmayı düşündüğüm şeyi başka bir yazı konusu yapmalıyım. Bunu da kendimle konuşuyormuşum gibi araya bir es olarak koymuş olayım.



Şimdi bu koşuşturmaca dünyasında azıcık soluklanmak için kenarda gözüme ilişen bir banka oturunca, belki bu sayede ne kadar yol kat ettiğimi anlamak için başımı çevirip geldiğim istikamete bakınca, hangi noktada olduğumu anlamaya çalışmak için yazdıklarıma ve elbette okuduklarıma bakmalıyım. Onlar bana çok şey anlatacaktır.



Bütün bunlardan şu sonucu çıkarabilir miyim? Yazmak, daha düzenli yaşamak için düşüncelerin disipline edilmesidir.

Şimdi düşünüyorum da, acaba ilk cümleyi yanlış mı kurdum? Şöyle mi demeliydim:

Aman Allah’ım! Yaşayacak ne çok şey var.

Bu da ayrı bir yazı konusu gibi...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder