Hayat bu, ahiretle iç içe... İçerisinde birbirini
ihsas eden binlerce örnekler mevcut. Her gün bir odadan çıkıp ötekine geçmemiz,
evden çıkıp bahçeye girmemiz, bir şehirden ya da ülkeden çıkıp ötekine geçmemiz
hep bunun izlerini taşıyor. Kimisi büyük, kimisi küçük misallerden oluşuyor ama
hepsi de aynı hakikatten haber veriyor.
Aynı bu şekilde bir gün de dünyadan çıkacağımız ne kadar da belli... Bu kadar örnek, bize bir gün dünya odasından çıkıp ahiret bahçesine
gireceğimizi hissettirmekle beraber bir müjdeyi de içinde barındırıyor. Çünkü
birinden çıkmanın ötekini tamamen kaybetmek anlamına gelmediğini çok iyi
biliyoruz. Her ne kadar ahirete geçildikten sonra tekrar dünyaya dönmek olmasa
da, dünyanın tatlı hallerine, sevindiren hatıralarına kavuşma imkânı var.
İslamiyet ve iman gibi bir hakikate kavuştuğumuz
için çok bahtiyarız. Başka bir şehirde olduğu için yıllardır görmediğimiz bir
akrabamızın yok olmadığını bildiğimiz kesinlikte ahirete geçen bir yakınımızın da yok
olmadığını bize hatırlatıyor ve yüreğimize su serpiyor. Bir gün onlarla
kavuşacağımız gibi ahiretteki sevdiklerimize de kavuşacağımızı biliyor ve her
ayrılığı temkinle karşılayabiliyoruz. Yoksa ayrılıklarla yoğrulmuş bir hayatın vefattan ne farkı kalır?
Biz de bu misallerden birisini yaşamanın
eşiğindeyiz. Birkaç saat sonra birinden çıkıp ötekine geçeceğiz. Aslında dünyevî
payelerin kabir kapısına kadar olduğunun her gün ilanlarını işitiyoruz minarelerden
ama “Dünya saltanatının en kuvvetlisine sahip olsanız, hatta bu saltanat size
bir ‘insan’ olduğunuzu unutturacak dereceye çıksa bile bir gün bu âlemden çıkıp
ahiret tarafına geçeceksiniz” hakikatinin en güzel ve büyük örneklerinden
birini yerinde görmek için Kahire'ye gidiyoruz.
Rabbimiz ibret gözümüzü açsın ve hem insaniyetimize
hem de İslamiyetimize dair hakikatleri doğru bir şekilde anlamayı bizlere nasip
etsin inşaallah.