Geçtiğimiz
hafta sonu İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın organize ettiği Genç
Akademisyenler konferansına katıldım. Program iki gün sürdü.
Tebliğler
iki ayrı salonda, Arapça ve İngilizce olarak yapıldı. İlk gün ağırlıklı olarak
İngilizce tebliğleri takip ettim. İngilizce tebliğlerin ilki, Salih Sayılgan’a
aitti. Bediüzzaman’ın tecdidini Barla Sıddıkları’nı ele alarak değerlendiren
Sayılgan’ın tebliğine ilgi gerçekten çok fazlaydı.
İkinci
gün daha çok Arapça salondaydım. Elime katılımcıların listesini aldım ve
sevgili hocam Hasan Hafızî’ye giderek hangilerini daha rahat anlayabileceğimi
sordum. Onun işaretlediği 5-6 kişinin sunumlarına katıldım. (Birkaç arkadaşla
birlikte bir süredir Arapça dersi alıyoruz Hasan Ağabey’den. Yani bir nevi
pratik yapmak istedim.)
Hasan
Ağabey, bana gösterdiği isimlerden birisinin çok hızlı konuştuğunu ve bu
nedenle yakalamakta zorlanabileceğimi söyledi. Fakat onun konuşması bana daha
anlaşılır geldi. Evet, gerçekten çok hızlı konuşuyordu. Ancak kelimeleri
yutmadan, çok düzgün, vurgulu bir şekilde söylüyordu. Sudan’dan gelen İsra Ahmed
Salih isimli bu hanımefendi, konuşmasını tam zamanında bitirdi. Sonradan sorulan birkaç soruya da aynı
netlikte ve rahatlıkta cevap verdi. Maşaallah.
Programı
dinlerken sürekli zihnimde dönüp dolaşan bir düşünce vardı ki, o da, daha çok
pratik yapmam ve daha çok kelime öğrenmem gerektiğiydi.
Bir
ara, beraber Arapça dersi aldığımız Mehmet Kardeşimiz, aralarında sohbet eden
Arapları göstererek, “Biz ne zaman bunlar gibi konuşabileceğiz?” diye sordu.
Ben de “Hiçbir zaman” dedim. Gerçi biraz espri gibi oldu ama sonra neden böyle
düşündüğümü izah ettim.
Neticede
güzel bir program oldu. Farklı renklerden, dillerden, hatta dinlerden
insanlarla bir araya gelip fikir alışverişinde bulunmak, onların dünyalarını
anlamaya çalışmak güzel bir duyguydu. İnsanı daha etkileşimli kılıyor. Ve az
bir süreliğine de olsa monotonluğunu atmasına yardımcı oluyor. Kanaatimce...