31 Temmuz 2012 Salı

Sıcak, rüzgâr ve yağmur


Ayrı bir imtihandı dün gece. 

Önce sıcak ve nemli hava... Bir türlü uyku tutmayınca, 5 sene 2 gündür oturduğumuz evde ilk defa balkonda uyumaya karar verdim ve tatbike çalıştım. Ama bu sefer de rüzgâr... Çok şiddetli değildi ama uykuya dalmama fırsat vermiyordu. Bir türlü uykuya geçemeyince içeri girmek zorunda kaldım.

Sahurdan sonra tekrar balkona çıkmaya karar verdim. Bu sefer üzerime ince bir örtü alsam rüzgârla aram düzelir diye düşündüm ve öyle de yaptım. Doğru düşünmüşüm... Böyle daha rahat oldu. Bir süre ufkuma düşen açıdan bulutların süzülüşünü seyrettim. Derken gözkapaklarım gittikçe ağırlaşmaya başladı. Uykuya dalalı ne kadar oldu bilmiyorum ama bu sefer yağmur başladı. Gerçi balkonun üzeri kapalı... Ama açık denizliklere çarpan yağmur damlalarının sıçraması bile beni yatağımdan sıçratmaya yetti. Alelacele malzemeleri toplayıp salona attım kendimi.

Galiba balkonda da uyuyamayacağım diye düşünürken bir taraftan da salonda uyuyacağım yeri hazır ediyordum. Tam uzanmıştım ki baktım yağmur sesi duyulmuyor. Yağmur kaç saniye sürdü bilemiyorum ama bir dakika sürmediğine eminim. Demek ki yağmur vazifeli gelmişti. Sadece yağmur değil, nemli hava, rüzgâr ve yağmur aleyhime ittifak etmişlerdi. Ben de bu halette iken Yunus aleyhisselamı tahattur ettim mi etmedim mi tam hatırlayamıyorum ama gözlerimi açtığımda Küçük Süheyl’i yanımda oynar vaziyette buldum. Biraz ötede de annesi duruyordu. Demek artık kalkma zamanı gelmişti. Halbuki o an daha yeni uykuya dalıyormuşum gibi bir his vardı bende.

Elindekine şükretmesini bilememekten mütevellit bir ihtar-ı İlahî olduğu kanaatine vardığım bu gecenin sabahında uykusuz bir gün miras kaldı.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Açık havada bir iftar

Bu akşam bir değişiklik yapıp iftarı dışarıda karşılayalım istedik. Dışarıda derken, açık bir alanda... Malzemelerimizi çıkardık, yaygıyı serdik. İftara 45 dakika var. Ben de fırsattan istifade biraz uzanayım dedim. Gözlerim semada...


Derken önce yüksek gürültüsü gelen, sonra heybetli cüssesiyle beliren kocaman bir kuş göründü. Evet, bir uçak... 




O geçtikten sonra fark ettim ki gözümün ancak seçebildiği yükseklikte uçan kuşlar var. Kimbilir oradan manzara ne muhteşemdir.  Ben onlara... Bir dakika... Annem çağırıyor.


Evet, ne diyorduk? O kuşların kanat açıp semada keyifle tayeran etmelerini keyifle izlerken baktım ki neredeyse gözlerimin önünde uçuşan küçücük kusçuklar var. Hatta şimdi fotografını çekeyim... 


Çektim ama çok belli olmuyor. Biraz dikkatli bakılsa resmin tam orta kısmında onlarca sinek neşeyle uçuşuyor. Onlar da keyifle ve buyuk bir hızla havada geziniyorlar. Fotoğrafın çözünürlüğü çok iyi olmadığı için iyi görünmüyor ama uzaklarda noktalar halinde görünen kuşlar var bu karede. Kırlangıç olabilirler...
Bu arada iftara 20 dakika kaldı. 


Şimdi de etrafta iftar için hazırlık yapan insanların cümbüşü var. Az önce pek kimse yoktu. Şimdiki sesler, "Biz de artık buradayız" mesajını veriyor.




Her canlıya farklı özellikler takıp, onları işlettirerek lezzet aldıran Rabbimize hamdolsun. Kuşlar ve kuşçuklar lisanıyla gönderdiği tevhidî mesajı hakkıyla idrak edip kamil imana ermeyi nasip etsin bizlere inşaallah... 


İftarımız hayırlı olsun ve cennet iftarlarına vesile olsun...

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Ramazan bereketi ve iftarlar

 

Ramazanı seviyorum. Bereketiyle geliyor ve âlemimizi olduğu gibi sofralarımızı da bereketlendiriyor. Her ne kadar tüketim çok artıyor dense de Ramazanın yeri çok başka. Bence bu tüketim tartışmalarını birkaç maddeye ayırmak lazım...

Evet, Ramazanda tüketim artıyor ama başka zaman olmadığı kadar misafir ağırlanıyor bu ayda. Bir defada on, on beş kişinin davet edildiği oluyor. Bunun birkaç akşam devam ettiğini düşünürsek bu ciddi bir masraf demek.

Sair zamanlarda da böyle olmuyor mu? Misafir davet edeceğimiz zaman hiç hazırlık yapmıyor muyuz? Elbette yapıyoruz. Ama Ramazanda bunun sıklığı arttığı için ve herkes o ayda davetleri arttırdığı için genel manada tüketim artmış görünüyor. Aslında doğru; tüketim artıyor. Ama diğer davetlerin de on bir aya yayıldığı hesaba katılmalı...

İkinci bir cihet var ki, belki de asıl konuşulması gereken mevzu odur. Gün boyu insan aç kaldığı için nefis akşama doymayacağını sanıyor. Onun için tek renge kanaat etmiyor. Donatılmış bir sofra istiyor. O nedenle bir değil de birkaç çeşit olabiliyor sofralarda. Nefis terbiyesi cihetiyle kim, bunu ne kadar önleyebilse, nefisini o kadar terbiye etmede başarılı olur.

Ama kanaatimce israf etmemek kaydıyla birkaç çeşit yemek olmasında da bir sıkıntı yok. İsraf etmemek kaydıyla yenip içilebileceğine Kur’an izin veriyor. Ve azıcık hassas olanlar kolaylıkla çöpün önüne geçebilirler. İftarda bitmeyen sahurda, o da olmasa sonraki iftarda yenebiliyor. Ya da herkes kendince çözümler bulabilir.

Şunu da hemen ilave edeyim. Restoranlarda, otellerde verilen iftarları, hele açık büfe olanları tasvip etmiyorum. Büfe ne kadar açık da olsa midenin alacağı miktar bellidir. İftarların en güzeli, en samimi ortamlar olan evlerde olanlardır diye düşünüyorum.

Ben evlerde her akşam birkaç çeşit yemek yapılsın, demiyorum. Taraftar da değilim. Hatta su ve çorba yetiyor. Sair zamanlara göre iştahım daha az oluyor. Ama genel manada düşününce hadiseleri zamanlara ve şartlara göre değerlendirmenin gerektiği kanaatindeyim. İçinde bulunduğumuz bu zamanda, her evde en az bir çeşit yemek yapılabildiği bir zamanda, tüketim artıyor diye Ramazanın itham edilmesi doğru değil. İftara birkaç dakika kala Allah’ın ikram ettiği çeşit çeşit nimetleri nasıl bir iştahla süzer oruçlu insan... Önünde birbirinden lezzetli yiyecekler duruyor ama O’nun izni olmadan elini uzatamıyor. Bu şuurla insanın içtenliği daha bir artar.

Başkalarını da düşünme, muhtaç olanlara yardım etme mevzuu ayrı bir konu olup herkesin kendi vicdanının kıpırdama durumuna göre değişlik arz eder. Sofrasını donatan, ama elinden geldiğince başkalarını da gözeten insanlar olduğu gibi; nefsine hâkim olup tek çeşitle idare eden, ama başkaları hatırına gelmeyenler de vardır. Tam tersi de olabilir. Bu, kişinin vicdan hareketiyle ilgili olan bir şey...