6 Ekim 2016 Perşembe

Sakın hurafeyi "akıllılar" üretiyor olmasın?

Bir Ramazan akşamı sofranın başına geçmiş, birkaç dakika sonra okunacak ezanı bekliyorduk. Televizyondaki programın da sonuna yaklaşılmış, konuklardan artık son soruları alınıyordu. Konuklar arasından bir kız çocuğunun söz istediğini fark ettim. Küçük kız heyecanlanarak, biraz da zorlanarak bir soru sordu. Sorusu ve hocanın ona verdiği cevap belki iki dakikayı bulmadı ama benim zihnimi epeyce bir meşgul etti. Hayretler içerisinde kalmıştım zira. Çünkü o yaştaki bir çocuğun soracağı bir soru değildi bu. Ki en fazla ortaokul son sınıf öğrencisiydi.

Özetle, Hadislerin güvenilir olup olmayacağını, onların bize sağlam bir şekilde gelmesinin mümkün olup olmayacağını, onlarla amel edilip edilmeyeceğini soruyordu.

Programı sunan hoca güzel bir şekilde cevap verdi ve o çocuk teşekkür edip yerine oturdu; fakat benim daha önceden hissettiğim bir endişem yeniden depreşmeye başladı. Bazılarının “Kur’an Müslümanlığı” ya da “Kur’an bize yeter” sloganını ısrarla dillendirmelerinin ve her fırsatta Hadis-i şerifleri devreden çıkarma gayretinin hazin sonuçlarından biriydi bu.

Çünkü Hadis, ilim adamlarının konuşup tartıştığı, kaynaklara başvurarak birbirlerine cevaplar verdikleri bir ilim dalıdır. Bir ortaokul öğrencisi bu şekilde bir soru soruyorsa, iki ihtimal çıkıyor karşımıza. Ya bu çocuk çok zeki; şimdiden böyle ciddi mevzulara kafa yormaya başlamış. Ya da medyada (özellikle sosyal medyada) propaganda mahiyetinde çok yer aldığı için onun da kafasına takılmış... Birincisinin olma ihtimali de var elbette ama ikinci ihtimal daha kuvvetli geliyor bana.

Hadislerin sağlamlığı meselesi öyle herkesin test edip onaylayabileceği bir mevzu değil. Çünkü böyle bir durumda araya “mantık” girer ki bu sayede çok mantıksız hatalar yapılır. Her şey mantıkla açıklanmıyor. Mantıksız gibi görünen nice şeyler vardır ki arkasında çok mantıklı hakikatler gizlidir. Ya da mantıklı göründüğü halde mantıksız olan şeyler de var. Görüntüsüyle kıyaslanmayacak şeyler de var...

Asırlardır yapılan çalışmalarda ayan beyan bir şekilde ortaya çıkan şöyle bir hakikat vardır: Eğer siz Hadisi devreden çıkarırsanız “salt akla” kapı aralarsınız. O zaman da kendini akıllı zanneden akılcıların itiraz ettiği hurafelerin önü alınmaz olur. Üstelik bu hurafeleri bizzat bu kendini akıllı zannedenler türetirler de haberleri olmaz.

Neden mi?

Çünkü hurafelerin kaynağı, kendisinden başkasının sözünü dinlemeyen, hep kendisini haklı bulan mağrur akıldan başkası değildir. Çünkü ona göre en akıllı oldur ve cerbeze yoluyla başkasını aldata aldata hurafeye kadar götürür işi. “Akıllılığın” manevi baş döndürücülüğüyle geldiği noktanın fakında varamayacak kadar akla aykırı hareket eder. Bir süre sonra kendi uydurduğuna kendisi bile inanmaya başlar. Başladığından çok daha uzak bir noktaya varmış olur. Ki bir rivayete göre buna hurafe deniyor.

Defalarca ifade ettiğimiz bir hususun altını yeniden çizme ihtiyacı hissediyorum. Diyorum ki:

Şayet bu konuda ısrar edenlerin, yani “Kur’an bize yeter, Hadise gerek yok” gibi sığ bir düşüncenin içinde olanların kaygısı “Hadislerin kayıt altına alınmasında karşılaşılabilecek sıkıntılar” ise, bunun yolu Hadisi inkâr etmekten, Resulullah’ı (a.s.m.) aradan çıkarmaktan geçmez. Bunun yolu başkadır. Zaten asırlardır devam edegelen hummalı bir Hadis çalışması vardır ki bundan dolayı Hadis başlı başına bir ilim dalı olarak teşekkül etmiş bulunuyor. Hadis konusunda ciddi çalışmalar yapmış, hayatlarını bu ilme adamış uzmanlar da vardır.

Bu sığ düşünceye sahip olan bir şahıs, esasında bütün ilim dallarını inkâr etmek zorunda kalır. Çünkü her ilim dalının uzmanları vardır. Ve o uzmanların söylediklerine titizlikle uyulur. Kabul etmeyenler olur ama bu, o ilim dalının ortadan kalması anlamına gelmez, iki hoca arasındaki anlaşmazlık olarak nitelenir. Aynı şey Hadis ilminde yok mu? Mebzul miktarda var... Her âlim her söyleneni kabul etmiyor ki! Bu konuda ciddi tartışmalar yapılmış ve yapılamaya da devam ediyor.

Ancak mevzu (Hadisi devreden çıkarma mevzuu değil), metnin sahih olup olmaması, senedinin güvenilir olup olmaması, ravisinin vukuf ehli olup olmaması mevzuudur. Nitekim Hadis ilminin bir alt başlığı da Rical ilmidir. Metinlerin güvenliği muazzam bir hassasiyetle incelendiği gibi o hadis metnini aktaran kişinin ehliyetli olup olmadığı da ciddi ciddi tartışılagelmiştir. Hatta bir dönem sağlam kabul edildiği halde zamanla—yaşlılık, sağlık sorunu gibi nedenlerle—bu hassas eleğe takılan ravilerden bahsedilir. Böylelerinden artık Hadis alınması uygun görülmemiş ve alınmamıştır. “Hadis” başlı başına bir ilim dalıysa, bu kadar hassas olan kaç tane ilim dalı var?

Hadisleri aradan çıkarmak, sathi bir nazala bakıldığında insanı tamamen Kur’an’la başbaşa bırakmak gibi görünebilir kimi sığ nazarlara. Ancak acaba gerçekten de öyle mi? Maalesef öyle değil. Pek çok tehlikeyi içinde barındıran dehşetli bir ibtiladan başka bir şey değil bu.

İkincisi, acaba gerçekten Kur’an da bunu mu istiyor? Sadece Kur’an’a bakmayı, Resulullah’ın (a.s.m.) izah ve uygulamalarını reddetmeyi mi emrediyor?

Hayır. Hatta haşa! Kur’an’da Resulullah’a (a.s.m.) itaati, uymayı, hükümlerini kabul etmeyi, onun getirdiklerini almayı vs. emreden hatırı sayılır sayıda ayet-i kerime yer alır. Dolaylı olanlar bir tarafa, doğrudan ona itaati emreden 15’ten fazla ayet var. (Örnek için şu ayetlere bakılabilir: 3:32,50,132; 4:59; 5:92; 8:1,20,46; 24:54,56; 33:33,66; 47:33; 58:13; 64:12,16.)

Şayet Kur’an’a baksak bile hakikat ayan beyan karşımıza çıkacak.

Resulullah vesilesiyle bize ulaşan Kur’an’ı bize en iyi açıklayan, hiç şüphesiz yine Resulullah’tır (aleyhi efdalussalatu vesselam).