Bir Ramazan akşamı sofranın
başına geçmiş, birkaç dakika sonra okunacak ezanı bekliyorduk. Televizyondaki
programın da sonuna yaklaşılmış, konuklardan artık son soruları alınıyordu. Konuklar
arasından bir kız çocuğunun söz istediğini fark ettim. Küçük kız heyecanlanarak,
biraz da zorlanarak bir soru sordu. Sorusu ve hocanın ona verdiği cevap belki
iki dakikayı bulmadı ama benim zihnimi epeyce bir meşgul etti. Hayretler
içerisinde kalmıştım zira. Çünkü o yaştaki bir çocuğun soracağı bir soru
değildi bu. Ki en fazla ortaokul son sınıf öğrencisiydi.
Özetle, Hadislerin
güvenilir olup olmayacağını, onların bize sağlam bir şekilde gelmesinin mümkün
olup olmayacağını, onlarla amel edilip edilmeyeceğini soruyordu.
Programı sunan hoca
güzel bir şekilde cevap verdi ve o çocuk teşekkür edip yerine oturdu; fakat
benim daha önceden hissettiğim bir endişem yeniden depreşmeye başladı. Bazılarının
“Kur’an Müslümanlığı” ya da “Kur’an bize yeter” sloganını ısrarla
dillendirmelerinin ve her fırsatta Hadis-i şerifleri devreden çıkarma
gayretinin hazin sonuçlarından biriydi bu.
Çünkü Hadis, ilim
adamlarının konuşup tartıştığı, kaynaklara başvurarak birbirlerine cevaplar
verdikleri bir ilim dalıdır. Bir ortaokul öğrencisi bu şekilde bir soru
soruyorsa, iki ihtimal çıkıyor karşımıza. Ya bu çocuk çok zeki; şimdiden böyle
ciddi mevzulara kafa yormaya başlamış. Ya da medyada (özellikle sosyal medyada)
propaganda mahiyetinde çok yer aldığı için onun da kafasına takılmış... Birincisinin
olma ihtimali de var elbette ama ikinci ihtimal daha kuvvetli geliyor bana.
Hadislerin sağlamlığı
meselesi öyle herkesin test edip onaylayabileceği bir mevzu değil. Çünkü böyle
bir durumda araya “mantık” girer ki bu sayede çok mantıksız hatalar yapılır.
Her şey mantıkla açıklanmıyor. Mantıksız gibi görünen nice şeyler vardır ki
arkasında çok mantıklı hakikatler gizlidir. Ya da mantıklı göründüğü halde
mantıksız olan şeyler de var. Görüntüsüyle kıyaslanmayacak şeyler de var...
Asırlardır yapılan
çalışmalarda ayan beyan bir şekilde ortaya çıkan şöyle bir hakikat vardır: Eğer
siz Hadisi devreden çıkarırsanız “salt akla” kapı aralarsınız. O zaman da kendini
akıllı zanneden akılcıların itiraz ettiği hurafelerin önü alınmaz olur. Üstelik
bu hurafeleri bizzat bu kendini akıllı zannedenler türetirler de haberleri
olmaz.
Neden mi?
Çünkü hurafelerin
kaynağı, kendisinden başkasının sözünü dinlemeyen, hep kendisini haklı bulan
mağrur akıldan başkası değildir. Çünkü ona göre en akıllı oldur ve cerbeze
yoluyla başkasını aldata aldata hurafeye kadar götürür işi. “Akıllılığın”
manevi baş döndürücülüğüyle geldiği noktanın fakında varamayacak kadar akla
aykırı hareket eder. Bir süre sonra kendi uydurduğuna kendisi bile inanmaya
başlar. Başladığından çok daha uzak bir noktaya varmış olur. Ki bir rivayete
göre buna hurafe deniyor.
Defalarca ifade
ettiğimiz bir hususun altını yeniden çizme ihtiyacı hissediyorum. Diyorum ki:
Şayet bu konuda ısrar
edenlerin, yani “Kur’an bize yeter, Hadise gerek yok” gibi sığ bir düşüncenin
içinde olanların kaygısı “Hadislerin kayıt altına alınmasında
karşılaşılabilecek sıkıntılar” ise, bunun yolu Hadisi inkâr etmekten,
Resulullah’ı (a.s.m.) aradan çıkarmaktan geçmez. Bunun yolu başkadır. Zaten
asırlardır devam edegelen hummalı bir Hadis çalışması vardır ki bundan dolayı
Hadis başlı başına bir ilim dalı olarak teşekkül etmiş bulunuyor. Hadis
konusunda ciddi çalışmalar yapmış, hayatlarını bu ilme adamış uzmanlar da
vardır.
Bu sığ düşünceye sahip
olan bir şahıs, esasında bütün ilim dallarını inkâr etmek zorunda kalır. Çünkü
her ilim dalının uzmanları vardır. Ve o uzmanların söylediklerine titizlikle
uyulur. Kabul etmeyenler olur ama bu, o ilim dalının ortadan kalması anlamına
gelmez, iki hoca arasındaki anlaşmazlık olarak nitelenir. Aynı şey Hadis
ilminde yok mu? Mebzul miktarda var... Her âlim her söyleneni kabul etmiyor ki!
Bu konuda ciddi tartışmalar yapılmış ve yapılamaya da devam ediyor.
Ancak mevzu (Hadisi
devreden çıkarma mevzuu değil), metnin sahih olup olmaması, senedinin güvenilir
olup olmaması, ravisinin vukuf ehli olup olmaması mevzuudur. Nitekim Hadis
ilminin bir alt başlığı da Rical ilmidir. Metinlerin güvenliği muazzam bir
hassasiyetle incelendiği gibi o hadis metnini aktaran kişinin ehliyetli olup
olmadığı da ciddi ciddi tartışılagelmiştir. Hatta bir dönem sağlam kabul
edildiği halde zamanla—yaşlılık, sağlık sorunu gibi nedenlerle—bu hassas eleğe
takılan ravilerden bahsedilir. Böylelerinden artık Hadis alınması uygun
görülmemiş ve alınmamıştır. “Hadis” başlı başına bir ilim dalıysa, bu kadar
hassas olan kaç tane ilim dalı var?
Hadisleri aradan
çıkarmak, sathi bir nazala bakıldığında insanı tamamen Kur’an’la başbaşa
bırakmak gibi görünebilir kimi sığ nazarlara. Ancak acaba gerçekten de öyle mi?
Maalesef öyle değil. Pek çok tehlikeyi içinde barındıran dehşetli bir ibtiladan
başka bir şey değil bu.
İkincisi, acaba gerçekten
Kur’an da bunu mu istiyor? Sadece Kur’an’a bakmayı, Resulullah’ın (a.s.m.) izah
ve uygulamalarını reddetmeyi mi emrediyor?
Hayır. Hatta haşa!
Kur’an’da Resulullah’a (a.s.m.) itaati, uymayı, hükümlerini kabul etmeyi, onun
getirdiklerini almayı vs. emreden hatırı sayılır sayıda ayet-i kerime yer alır.
Dolaylı olanlar bir tarafa, doğrudan ona itaati emreden 15’ten fazla ayet var.
(Örnek için şu ayetlere bakılabilir: 3:32,50,132; 4:59; 5:92; 8:1,20,46;
24:54,56; 33:33,66; 47:33; 58:13; 64:12,16.)
Şayet Kur’an’a baksak
bile hakikat ayan beyan karşımıza çıkacak.
Resulullah vesilesiyle bize
ulaşan Kur’an’ı bize en iyi açıklayan, hiç şüphesiz yine Resulullah’tır (aleyhi
efdalussalatu vesselam).