27 Şubat 2016 Cumartesi

Mutluluğun yolu (2)

...Dar sokakta ufak adımlarla yürürken hikâyeye devam ettim: 
Bir gün birisi Muhtar’ı ziyarete gelmiş. Ve akıllara ziyan bir iddia ortaya atmış.
“Senin Yaşar iyi işler peşinde değil, bilesin” demiş.
“Ne demek istersin be adam?” diye çıkışmış Muhtar.
“Öyle hemen kızma ağam. Önce bir dinle.”
“Sen de adamı çatlatma da anlat ne anlatacaksan!”
“Dün şehre gitmek için erkenden gidip minibüse bindim. En arka koltukta oturuyordum. Cemile Teyze, Kezban’a hararetle bir şeyler anlatıyordu. Sanırım onlar da minibüsün hareket etmesini bekliyorlardı. Ama dışarıda oturdukları için beni göremiyorlardı. Biliyorsun, Cemile Teyze, Yaşar’ın komşusu. Bazen ev işlerinde ona yardımcı da oluyor...”
“Bırak bunları! Konuya gel.”
“Cemile Teyze ‘O iş de tamam. Yaşar bugün-yarın kızı kaçıracak. Bizim şehirdeki meseleyi çözmemiz lazım’ diyordu. Babası kızı kesinlikle vermeyeceğini söylüyormuş.”
“Bundan bana ne!”
“Sana ne olur mu ağam? Sizin kızı kaçıracaklarmış!”
Bunu duyan muhtarın beynine kan sıçramış. “Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Tilki?” diye bağırmış adama. Tilki o adamın lakabı gibi bir şey. Zaten onu sevmeyenler, arkasından konuşurken “Tilki” diye bahsedermiş.
“Cemile Teyze, Yaşar’dan kendisi duymuş. ‘Sevabıma Sevgi’yi kaçıracağım’ diyormuş pişkince. Pis herif! Sen hem muhtarın kızını kaçır hem de sevap kazanacağını söyle!”
“Sevgi dediğinden emin misin Tilki?”
“Tabii ki eminim ağam.”
“Ama koca köyde bir tek bizim Sevgi mi var?”
“Başka kim var muhtar? Ben başka tanımıyorum.”
Muhtar da bir süre düşünmüş ama onun da aklına kimse gelmemiş. O arada öfkeyle karışık bir düşünceyle Tilki’ye bakmakla yetinmiş. Ama Tilki bu arada boş durmamış, başka şeyler de söylemiş:
“Hatta babasının başka birisiyle evlendirmek istediğini, ama kızın o adama varmak istemediğini bile söyledi.”
İşte bundan sonra muhtar, Tilki’nin bahsettiği Sevgi’nin kendi kızı Sevgi olduğuna kesin bir şekilde ikna olmuş. Çünkü muhtar, kızını, komşu köylerinde oturan askerlik arkadaşının oğluyla nişanlamak istemiş de kızı kesinlikle kabul etmeyeceğini söylemiş o günlerde. İşte bunu duyan muhtar sinirden alev alev yanmış adeta. Ve sonrası hiç de iyi olmamış.
“Vah alçak ırz düşmanı! Demek bu fırsattan istifade edip kızımı kaçıracaksın ha!” demiş ve silahını kaptığı gibi odadan fırlamış. Tilki arkasından bağırmış, bir şeyler demiş ama freni patlamış kamyon gibi sağa sola çarpa çarpa ilerleyen muhtar ne duracak ne de kimseyi görüp duyacak gibi gözüküyormuş. O hışımla söylene söylene, küfürler savura savura Yaşar’ın evine varmış. O sırada Yaşar da kendi eliyle yaptığı ahşap merdiveni evinin duvarına dayamış, damın su oluğunu tamir ediyormuş.
“Sen hayatımda gördüğüm en adi insanmışsın! Seni adam yerine koyup arkadaş kabul ettim. Ama sen yılan gibi girdin ailemin içine” diye bağırıp çağırmış ve daha pek çok hakaret ve küfrü de beraberinde savurmuş.
Ortaya çıkmasıyla hakaretler yağdırması bir olan muhtarın neden bu kadar öfkelendiğine bir anlam veremeyen Yaşar birkaç defa “Ne oldu Hayrettin abi?” diye sormuş ama muhtar o arada silahını çıkarmış. “Seni ırz, namus düşmanı! Ne olduğunu bana mı soruyorsun?” demiş ve silahını ona doğrultmuş. “Yapma Hayrettin abi! Önce bir konuşalım” demiş ama adam daha diyeceklerini bitiremeden Muhtar tetiğe basmış.
 “Yok canım!” dedi Naci.
“Evet, öfkeden gözleri kararmış olmalı ki, hiçbir açıklama dinlemeye tahammül edememiş. Sonrası daha trajik...”

“Ne olmuş?” diye sordu arkadaşım. Ben de devam ettim kaldığım yerden anlatmaya:

24 Şubat 2016 Çarşamba

Mutluluğun yolu (1)


Bahar çiçek çiçek gelince güzel,
Hayat sevilince, sevince güzel.
Dudağımda bu şarkıyı mırıldanarak Naci’nin kapısına vardığımda son heceleri henüz bitirmemiştim. Son kelimeyi Zekai Tunca’yı da kıskandırırcasına nağmeli, azıcık da uzatarak “güzeeeel” derken kapıyı açtım.
Çıkmak için son hazırlıklarını yapan Naci, ona meydan okuduğumu anlayarak bana hızlı bir bakış attı. Bu bakış aynı zamanda “senin meydan okumanı kâle almıyorum” bakışıydı. Ben de zaten Naci’yle yarışacak bir sese sahip değildim.
Şarkının asıl söylemek istediğim kısmını hatırlayamadığım için sadece melodisini mırıldanarak içeri ilk adımımı atarken Naci’nin çantasına koymaya çalıştığı kitap dikkatimi çekti. Okumayı çok seven Naci, bu sıralar Jean Christophe Grange’ın Siyah Kan kitabını okuyor olmalıydı.
“Yürüyor muyuz?” diye sordum Naci’ye.
“Aslında güzel olurdu ama kendimi biraz yorgun hissediyorum abi” karşılığını verdi.
“Bahardan kalma bir gün var bugün. Bu havayı kaçırma bence” dedim. Bir şey söylemek için hazırlık yapan Naci’ye fırsat vermeden “Birkaç gün sonra kış uygulamasına geçilecek ve saatler geri alınacak. O zaman karanlıkta işten çıkacağız. Sen gel beni dinle ve bu son günleri heba etme” diye devam ettim.
“Doğru söylüyorsun ama…” dedi.
“Merak etme, yolculuğumuz güzel geçecek. Sana yolda bir şey anlatacağım.”
Odasının kapısını kilitleyip çıkarken babamın nasıl olduğunu sordu Naci. Hasta olan babamı ziyaretten önceki gün dönmüştüm ve bu konuda onunla görüşememiştik. Ben de babamın durumunu birkaç cümleyle özetledim. Naci’nin bildiği kadarıyla köyden bahsetmeyi de ihmal etmedim. Naci’nin annesi bizim köylü olduğu için birkaç günlüğüne de olsa tatillerinde uğramışlığı vardır ne de olsa.
İş yerinden dışarı çıkıp küçük adımlarla yürümeye koyulduğumuzda “Ee, ne anlatacaksın bakalım?” diye sordu.
Montumun fermuarını açıp havayı biraz içime çektim ve “Güzel bir hikâye” derken Naci’nin koluna girdim.
“Hikâye mi? Bu yorgunluğun üzerine hikâye iyi gider mi dersin?” dedi.
“Evet, hikâye… Ama yaşanmış bir hayat hikâyesi bu. Beni çok etkilemişti. Senin de hoşuna gideceğini tahmin ediyorum. Senin çantandaki kitap gibi, başta belki biraz durağan gelebilir ama sonunda güzel bir sürpriz var.”
“Sürpriz mi? Peki, anlat bakalım.”
“Öyleyse dikkatli dinle” dedim ve anlatmaya başladım:
Anlattıklarına göre, bir köyde yaşayan güçlü, kuvvetli, sözü dinlenen bir muhtar varmış. Bunda biraz öfkeli olmasının etkisi de olacak ki insanlar çekinirlermiş ondan. Köyün en son evlerinin birinde oturan Yaşar Kurtuluş isminde bir adam sık sık Muhtar’a uğrar, onunla hasbıhal edermiş.
“Bu galiba seninle ilgili bir hikâye” diye hemen araya girdi Naci.
“Benden çok seninle ilgili. Biraz sabret! Hikâyenin sonunda çok şaşıracaksın” diye cevaplayınca Naci’nin daha bir dikkatini çekti.
İnsanın ismi kaderi olur misali, Yaşar da gerçekten çok şey yaşamış birisidir. Çocuklarını yetiştirmek için büyük şehirlere gönderir. Onlar gittikten sonra yalnız kalması yetmezmiş gibi bir de güzelliği dillere destan eşi hayata gözlerini yumunca hepten yalnız kalır köyde. Eşinin vefatı da ayrı bir öyküye konu olacak kadar esrarengiz ve bir o kadar da üzücüdür. Vakit olsa başka bir gün de onu anlatırım sana. Ama en büyük yaşadığı şey kuşkusuz, Muhtar’la aralarında geçen şey olmuş.
Yaşar, hoş sohbet birisiymiş ki, normalde başkalarıyla uzun konuşmayı sevmeyen muhtar, onunla uzun uzun konuşabiliyormuş. Hatta kimileri, muhtarın kararları üzerinde Yaşar’ın büyük etkileri olduğunu bile söylüyormuş.
Hikâyenin burasında yolumuzun üzerindeki işlek caddeye gelmiştik. Fasılasız akan araç seylinden bir boşluk bulup kendimizi karşı kaldırıma atıncaya kadar hikâyeye biraz ara vermemiz icap etti.
“Bu trafik İstanbul’un ciğerlerinden çok benim sabrımı tüketiyor” diye hayıflandı Naci.
“Sana bir şey yapmasın da…” diye Naci’ye takıldıktan sonra tekrar koluna girdim ve dar sokakta ufak adımlarla yürürken hikâyeye devam ettim:
Devam edecek...