“Bir gece halam
Ummühânî’nin evinde (bir rivayete göre Kabe’de) iken Cebrail (a.s.) geldi.
‘Ey muhterem nebi! Rabbin
huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor.’ dedi. Göğsümü göbeğime
kadar yardı. Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine
koydu. Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte “Burak”
isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son
noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa’ya geldik. Cebrail, Burak’ı, bütün
peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları bir halkaya bağladı. Mescidde diğer
peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selâm verdiler. Ben de selâmlarına
karşılık verdim. Cebrail bana, ‘Öne geç ve nebilere iki rekât namaz kıldır.’
dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım. Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu
iki kap getirdi. Ben sütü içince, ‘Yaratılışına uygun olanı seçtin.’ dedi.”
Ebu Said-i Hudrî’nin
rivayetine göre, Peygamber Efendimiz şöyle devam ettiler:
“Bundan sonra bir Miraç
(merdiven) getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. Cebrail, beni bu
merdivenden Hafaza kapısına kadar çıkardı. Burada Cebrail, semanın açılmasını
istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti. İçerden soruldu:
- Sen kimsin?
- Ben Cebrail’im.
- Yanındaki kim?
- Muhammed (s.a.s.)
- Ya! O, Resul olarak
gönderildi mi?
- Evet.
Hemen kapıyı açtılar ve
beni selâmladılar. Bir de ne göreyim! Semayı muhafaza eden İsmail isminde
müekkel büyük bir melek, yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin
yanında da yüz bin melek var. Bunlardan ayrılınca; bünyesi, yaratılışından beri
hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. ‘Ya Cebrail, bu kimdir?’ diye
sorduğumda, ‘Baban Adem’dir.’ diye cevap verdi. O, bana selâm verdi ve ‘Hoş
geldin ey salih nebi, ey salih evlat!’ diye karşıladı.
Sonra, ikinci semaya çıktık. Orada Yusuf (a.s.)
ile buluştuk. Yanında, ümmetinden kendisine tâbi olanlar da vardı. Yüzü ayın
ondördü gibi aydındı. Onunla da selâmlaştık.” Peygamber Efendimiz, üçüncü
semada Yahya ve İsa (a.s.) ile; dördüncü semada İdris (a.s.) ile, beşinci
semada Harun (a.s.) ile ve altıncı semada ise Hz. Musa (a.s.) ile görüşür.
Resulü Ekrem, anlatmaya devam ediyor:
“Daha sonra yedinci semaya geçtik. Orada İbrahim
(a.s.) ile buluştum. Sırtını Beytü’l-Ma’mûr’a dayamış; beni selâmladı. ‘Hoş
geldin ey salih nebi!.. Hoş geldin ey salih evlât.’ dedi. Burada bana denildi
ki, ‘İşte senin ve ümmetinin mekânı.’ Sonra Beytü’l-Ma’mur’a girdim, içinde
namaz kıldım. Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve bir daha kıyamete
kadar tavaf için bunlara sıra gelmez.”
Peygamberimiz, yedinci semada gördüklerini
anlatmaya devam ediyor:
“Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı
bu ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir memba akıyor ve ikiye ayrılıyordu.
Cebrail’e bunu sorduğumda dedi ki: ‘Şu Rahmet Nehri, şu da Allah (c.c.)’ın sana
verdiği Kevser Havuzu’dur.’ Rahmet Nehri’nde yıkandım. Geçmiş ve gelecek
günahlarım affedildi. Sonra, Kevser yolunu tutarak cennete girdim. Orada gözün
görmediği, kulağın işitmediği, beşerin hayal ve hatırına gelemeyecek şeyler
gördüm.
Bundan sonra Sidretü’l-Münteha’ya kadar çıktık.
Sidre’den yükselince Cebrail durakladı ve, ‘Ya Muhammed, yemin ederim ki, ben
buradan bir karış ileriye geçersem yanarım. Benim buradan ileriye geçmeye
takatim yoktur.’ dedi.”
İnsanlığın İftihar Tablosu, lâhut âleminin bu en
yüksek yerinde “Refref” denilen bir vasıtayla Allah’ın dilediği yere gelir. Bir
rivayette, Peygamberimiz şöyle buyururlar:
“Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki,
kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arş’ın altına
geldiğimde, Arş’ın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet. Rabbimin
şu lâhutî sesini işittim; “Yaklaş ey Muhammed! Ben de Kâbe Kavseyn miktarı
yaklaştım. Rabbimin ilhamı ile şunları okudum: “Ettahiyyatü lillahi,
vessalavatü, vettayyibatü’ (En güzel tahiyye Allah’a mahsustur. Bedenî ve malî
ibadetler de O’na lâyık ve mahsustur.) Bunun üzerine Allah (c.c.) şu mukabelede
bulundu: “Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullali ve berekâtühü.’ (Ey
nebî, selâm sana olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi de sana olsun.) Ben
tekrar; ‘Esselâmü aleynâ ve ala ibadillahissalihine. Eşhedüenlâ ilahe illallah
ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve ressulühu.’ (Selâm bizim ve Allah’ın salih
kullarının üzerine olsun. Ben şehadet ederim ki, Allah birdir. Ondan başka ilâh
yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve elçisidir.) dedim.”
Resûlullah Efendimiz, Rabbinden birçok vahiyler
alarak, aynı yollardan geri döner. Hz. Musa’nın yanına gelince; Hz. Musa,
“Allah sana neler emretti?” diye sorar. Peygamberimiz de, elli vakit namazla
emrolunduğunu söyler. Hz. Musa, “Ya Resulallah, elli vakit namaz, çoktur. Bu,
senin ümmetine ağır gelir, yapamazlar. Rabbine iltica et de hafifletsin.” der.
Bunun üzerine, Peygamberimiz tekrar geri dönüp, namazın hafiflemesini diler.
Önce on vakit kaldırır. Peygamberimiz, Hz. Musa’nın yanına gelip durumu
bildirince; Hz. Musa, bunun da çok olacağını söyler. Bu minval üzere
Peygamberimiz birkaç kere geri dönerek Rabbine iltica eder ve böylece; namaz
beş vakte kadar indirilir. En sonunda Peygamber Efendimiz Mekke’den ayrıldığı
noktaya getirilir.
(Buhari,
Salât, 8; Bed’ü’l-halk, 6; Mi’râc, 42; Tevhid, 37; Menakıb, 41; Müslim, İman,
75; Şevkânî, 5/123/124; Taberî, 15/5)