Cenab-ı
Hakk’ın insana kendi ruhunda üflemesi* meselesinin çok yönlerini müfessirler
izah etmişler. O izahlardan yola çıkarak bunun şöyle bir cihetinin de
olabileceğini düşünüyorum:
Dünyada
sayılamayacak kadar varlık olduğu halde bunların içinde akıl ve şuur sahibi
olan bir tek insan var. Diğer varlıklar da canlı ve hayat sahibi. Ancak
yaptıkları şeyi, bir netice gözeterek, bir anlam tartması yaparak, bir hesap
çıkararak yapmıyorlar. Onlara verilen birtakım hazır programlar var, onlar o
programa göre hareket ediyorlar. Bu program sayesinde arı, insanları hayrette
bırakan bir tasarımda petek dokur ve içini şifalı balla doldurur. Veya inci
kefali (somon balığı da öyle) suyun tersine yüzerek nesillerinin devamı için
gayret gösterir.
Fakat
insan... Düşüncesinde özgürdür. Kabiliyet ve yeteneklerinin sınırı bilinmiyor. Bu açıdan
yaratılmışlar arasında farklı bir yerdedir.
Bir de
insanın manevi özellikleri var. Sevinir-üzülür, sever-öfkelenir, lezzet
alır-hoşlanmaz... Bunlar gibi özellikler de yine insanı zengin ve donanımlı bir
varlık haline getirir.
Peki
bu özellikler neden insana verilmiş? Önemli bir vazife görmesi gerekiyor da
ondan...
Bu
özelliklerden hemen hemen bütün insanlarda var. Az veya çok. Bu özellikleri
kullanarak bir şeyi anlaması gerekiyor insanın. Yaratıcısını, O’nun isim ve
sıfatlarını ve kâinatta olup biten şeyleri. Tabii eli yetiştiği ölçüde, aklı
erdiği nispette.
Mesela
“Allah’ın şuunatı” şeklinde tabir edilen bir şey var. Bunlar, Allah’ın
sıfatlarında bulunan birtakım özelliklerdir ki, bu özelliklerin sevkiyle
sıfatlar tecelli eder ve kâinattaki sayısız faaliyetler meydana gelir. Vazifesi
biten canlıların gitmesi ve arkasından yenilerinin gelmesi hep bu şuunatla
bağlantılıdır.
İşte
insanda da bu şuunatın örnekleri var. Ve insan bu özelliği sayesinde kâinatta
olup biten bu başdöndüren faaliyetlerin sırrını anlayabiliyor.
Mesela
el becerisi “yeteneği” bulunan bir insan yeni şeyler icat etmekten keyif alır.
Hele icatları tam da istediği gibi güzel olursa o zaman bunu yeni icatlar takip
eder. Birbirinden güzel ve işlevsel yeniliklerin ardı arkası kesilmez.
Bu
insan aynı zamanda çok güzel bir aşçılık “yeteneği” varsa, daha önce hiç
yapılmamış yemekleri yaptıkça ve bunlar ilgi ve beğeni ile talep gördükçe yeni
yeni yemekler yapmaya devam eder.
Aynı
zamanda çok güzel bir şair olsa bu insan, yazdığı her şiir rağbet görür ve üst
üste güzel şiirler kaleme alır.
Bu
yetenekler uzatılabilir. Ama meramımızı anlatmamız için yeterli olacağı
kanaatindeyim.
Yetenek
sahip olan insan, bu yeteneklerinin her biri ortaya çıktıkça daha yeni şeyler
yapmaya meylediyor. Çünkü kabiliyetlerin ortaya çıkması o insana lezzet veriyor
ve onu memnun ediyor.
Peki sonsuz
mükemmel sıfatlara sahip olan Allah? (Yetenek demeye dilim varmıyor. Yetenek alt-üst
sınırı olan, geliştirilebilen veya körelebilen bir şey olduğu için bunun yerine
“sıfat” daha uygun olacaktır.) O’nun sonsuz derecesindeki mükemmel sıfatlarının
tezahürünü dünya yüzünde görüyoruz.
İşte
onun icat ettiği şeylerin güzelliği, (o şey canlı ise) memnuniyeti, Allah’ı
memnun ediyor (O’na has bir memnuniyet. İnsanlardaki gibi kusurlu değil
elbette) ve böylece ardı arkası kesilmeyen faaliyetleri müşahede ediyoruz dünya
yüzünde. Sınırlı olan dünyaya sınırsız faaliyetler sığmayacağı için görevini
yapan varlıklar, yenilerine yer açmak üzere gidiyor.
Özetle,
Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesi, O’nu daha iyi anlayabilmesi için
insanın ruhuna bazı numunelerin Allah tarafından yerleştirmesi şeklinde
anlaşılabilir. Böylece insan kıyaslama yapabiliyor. Kendi yaptıklarından yola
çıkarak Allah’ın şuunatını az da olsa anlayabiliyor. (Sınırlı insan elbette
sonsuz mükemmellikte olan Allah’ın şuunatını tam kavrayamaz. Ancak bu
özelliklerin bulunduğunu anlayabilir.)
Bu,
aynı zamanda müfessirlere “Allah’ın şuunatını siz nereden bilebilirsiniz ki?”
diye itiraz edenlere de bir cevap mahiyetindedir. Çünkü ortadaki eseri
inceleyince bu özelliklere ulaşıyor insan.
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
----------
*Buhari,
Müslim ve Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den yaptıkları rivayetlerinde, Ebu Davud’un
da Hz. Ömer’den yaptıkları rivayette Allah’ın, insanlığın atası Hz. Âdem’e kendi ruhundan
üflediği ifade ediliyor.