11 Kasım 2011 Cuma

Tarih Önden Gitsin, Ben Yetişirim (22)

Halep Kalesi önünden ve yeni yapıldığı belli olan parke taşlarının üzerinden geçerek çarşıya vardılar. Küçük bir giriş kapısı olan çarşının kapısına rehberin göstermesinden sonra buranın Halep Kapalı Çarşısı olduğunu öğrendiler. Bu küçük kapıdan girdiklerinde, sokaklarının uzunluğu 10 km’yi bulan tarihî bir çarşıyla karşılaşacakları hiçbirinin hatırına gelmezdi.

Çarşının dar sokaklarında beraber dolaşmanın imkânsız olduğunu anlatan rehber, ikindi namazında Halep Kalesi’nin önündeki tarihî camide toplanacaklarını söyledikten sonra herkes serbestçe gezmeye başlamıştı.


Gezmekten yorulanların sora sora geçiş yolunu bularak kendini attığı Halep Emevi Camii’ni gördüklerinde, kapalı çarşısı ve aynı isimdeki camisiyle Şam ve Halep’in birbirlerine çok benzediklerini fark ettiler. Avlusu ve iç dizaynı da çok benzeyen her iki camiyi benzer kılan bir özellik daha vardı. Ölümleri de ömürleri gibi birbirine benzeyen baba-oğlun türbesi, bu camilerin de benzerlik yanlarını arttırmıştı. Şam’da Hz. Yahya ve Halep’te babası Hz. Zekeriya, Suriye’nin bu en önemli iki şehrinin bereket vesilesiydi.

Yeşil örtüye sarılmış kabri kendisinden ayıran demir nikabın yanındaydı, Bilal. Hz. Zekeriya’nın çileli hayatını ve her defasında onu Rabbine iyice yaklaştıran musibetleri hatırladı. Sıkıntılarla dolu hayatın neticesinde feci bir şekilde şehit edildiğini hatırlayınca duygulanmıştı. Hayatı boyunca hep Hakk’ı anlatan Hz. Zekeriya, hayatına kast edenlerden saklanmak için uygun bir yer ararken, bir ağaç Allah’ın izniyle bağrını açmış ve onu içine almıştı. Bu açık mucizeye tanıklık eden hayret ve ibret özelliğini yitirmiş insanlar, ağaçla birlikte onu da parçalamaktan geri durmamışlardı.

Hz. Zekeriya’yı ziyaret ettikten sonra, girdiği caminin çapraz karşısında kalan kapıdan geçip çarşının diğer kısmını gezmek istemişti. Öğle namazına henüz bir saat olmasına rağmen bunaltıcı bir sıcaklık vardı. Çantasından çıkardığı güneş gözlüklerini takarken bastığı mermerin sıcak olacağını tahmin edememiş ve basmasıyla ayağını geri çekmesi bir olmuştu. Parmaklarının ucunda yürüyerek avluyu geçerken, elindeki ayakkabılarının o an ayaklarında olmasını çok istemişti.

Kapalı çarşıya bağlanan bu dar sokağın üstü açıktı. Yolun her iki yanındaki küçük dükkânların önlerine dizilmiş şeker, lokum, cezerye, hurma çeşitleri çok cezp ediciydi. Dükkânlardan birinin önünde durdu. Hangisinden alacağına henüz karar vermemişti ki, dükkân sahibi Türkçe konuşarak yanına geldi. Lokumlardan, şekerlerden ve hurmalardan ayrı ayrı paketler yaptırdı ve Halep’e mahsus yeni ürünler keşfetmek üzere kapalı çarşıya yöneldi.

Her taraftaki tatlı çeşitleri dikkatini çekiyordu. Ama baklava hariç tatlının neredeyse her çeşidinden aldığı için artık bu çeşitlere dikkat etmiyordu. Önünden geçtiği bir sabun dükkânından gelen güzel kokular dikkatini çekti. Birbirine karışmış kokular arasında kendisini bir çiçekçi dükkânında gibi hissetmişti. Tek tek kokladığı sabunlardan hoşuna giden birkaç tanesini aldı.

Suriye’ye gelmeden ve gezi esnasında pek çok kişiden sıkı pazarlık yapmaları yönünde direktifler almıştı. Kendisi de yapmaya kararlıydı. Hatta birkaç kez prova bile yapmış ve kendisini çok başarılı bulmuştu. Ancak neredeyse iki eli dolacak kadar alışveriş yaptığı halde girdiği dükkânların hiçbirinde pazarlık yapmamıştı. Bu fiyatların pazarlık yapmayı gerektirmeyeceğini, zaten yeterince uygun olduğunu düşünüyordu.

Yeğenleri için kıyafetler ve çeşit çeşit ayakkabılar almak için iki kez baştan sona turladığı ara sokaklardan birinden çıktığında müezzinin yanık sesiyle okuduğu öğle ezanı bitmek üzereydi.

Emevi Camii’nde kıldığı öğle namazından sonra iki eli dolu olduğu halde sabahki geldiği yoldan geri döndü. İkindi namazına kadar vakti vardı. Bu vakti iyi değerlendirmesi gerekiyordu. Önce şehir merkezini dolaşacak, sonra Halep Kalesi’ne çıkacaktı. Ama en önce elindeki ağırlıklardan kurtulması gerekiyordu. Bunun için otobüsün park ettiği yere gitti ve yol hazırlıkları yapan şoförden izin alarak eşyalarını bagaja yerleştirdi ve çantasını başının üstüne tutup gölge yaparak şehre doğru ilerledi.

Buram buram tarih kokan şehir merkezi, sıcak havada gezilecek gibi değildi. “Belki bu saatte kaleyi dolaşmak daha isabetli olur” düşüncesiyle geri döndü. Fakat farklı yerler görmek için başka bir yola girdi. Tabelasında “kabab” yazan lokantadan gelen döner kokuları acıktığını hatırlatmıştı. Uçuşan kuşlar ise acele etmesi gerektiğini söylemişti. Duvar diplerine yakın giderek gölgeden istifade etmek istiyordu. Ancak bu da hızını kestiği için yine çantasının gölgesinden yararlanarak yürümek zorunda kaldı.

Kalenin burçları görünmeye başladığında gömleğinde terin bıraktığı izler dikkat çeker olmuştu. Bir zamanlar burçların arkasını mekân tutan muhafızları düşündü. Aniden saldıran düşman birliklerinin yağmur gibi yağdırdıkları mızrak ve oklardan dolayı kafasını uzatıp da düşmanlara bakamadığını hayal ettiğinde, önceki gün Maaratü’n-Numan’da yapılan katliamlar hatırına geldi. Bir kez daha savaşın siyah yüzünü hatırlamış ve bir daha savaş olmaması için dua etmişti. Etmişi etmesine ama, bu mümkün olabilir miydi? "İnsanın olduğu yerde bu ne kadar mümkün olabilir ki!" diye düşünmeden edememişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder