9 Temmuz 2011 Cumartesi

Gariplikler Pusulası


Türkiye’de okunan kitap türlerine baktığımız zaman romanın başı çektiği, diğer türlerin çok cılız bir seyir izlediği dikkatlerimize çarpıyor. En basitinden bir otobüste, tramvay ya da vapurda dikizlediğimiz kitapların kahir ekserisinin roman olduğunu fark ediyoruz.
Romana olumsuz bakmam değildir bunları söylememin nedeni. Aksine, roman okumayı önemli buluyorum. Kitap okuma alışkanlığı kazandırdığı ve okumayı sevdirdiği de unutulmamalıdır. Hele hele bugünkü kitap okuma oranlarına baktığımızda karşımıza çıkan tabloyu görünce, roman okumaya daha bir önem atfediyorum. İstatistikler, bu oranın yüzde 5 civarında olduğunu söylüyor. Şimdi düşünüyorum da, roman olmasaydı acaba kitap okuma oranı hangi seviyede olacaktı?
Roman okumak önemli. Ancak Türkiye’de yayınlanan romanların yarısından fazlası yabancı yazarlara ait. Çünkü adı bilinen belli başlı yazarlar haricinde pek fazla romancımızın olduğunu söyleyemiyoruz maalesef. Olanlar da isimleri duyulmadığından mıdır nedir, gün yüzüne çıkmasıyla kaybolup gitmesi bir oluyor.
Ancak yüzümüzü güldüren gelişmeler de olmuyor değil. Örneğin şu an masamın üzerinde bulunan ve bugün sizlerle paylaşmak istediğim kitap da bunlardan bir tanesi. Gariplikler Pusulası ismini taşıyan bu kitap, Ahmet Ay imzasını taşıyor. Bu kitap, Sevgili Ahmet’in ilk romanı. Ama daha önce Şeytanla Satranç isimli bir kitabının yayınlandığını da burada not düşmem gerekiyor. Bu bir roman değildi. Ancak bence bu, bir roman yazarı için olumsuz bir şey değil. Yazarın kaleminin üstünlüğünü ve farklı üsluplarda yazabileceğini kanıtlar. Bu arada şunu da bir sır olarak paylaşayım. Sevgili Ahmet’in bitirdiği, inceleme aşamasında olan bir romanı daha var. Bunu söylememe Ahmet izin verir miydi bilmiyorum ama Ahmet’in boş durmadığını, kısa zamanda çeşit çeşit romanlarını okuyacağımızı söylemek istiyorum.
Lafı çok uzattım. Şimdi... Gariplikler Pusulası, ismine bakıp da içeriği tahmin edilebilecek bir kitap değil. Hayattan kopuk düşünülemeyecek kadar gerçek sahnelerle dolu bir örgüye sahip.
Kahramanımız, başından geçen ilginç ve dikkat çeken olayları içtenlikle anlatıyor. Öyle ki, sanki bir kadim dostunuz, gözlerinizin içine bakarak yıllardır sakladığı sırlarını sizlerle paylaşıyormuş gibi bir izlenime kapılıyorsunuz ve kendinizi olayın geçtiği yerlere yakın bir muhitteymişsiniz gibi hayal ediyorsunuz. Ama elbette bunun nedeni başka... Bunu sonradan anlıyorsunuz. Nasıl mı? Söyleyemem :) Siz kendiniz okumalısınız. Ben söyleyip de efsununu kaçırmak istemiyorum.
Hemen şunu belirtmem iyi olacak. Kahramanımız küçük yaşta annesini kaybettiği ve anne şefkatinden erken yaşta mahrum olduğu için ölüm konusu üzerinde biraz duruyor. Ama “ölüm” kelimesi geçti diye kimse karamsar bir havası olduğu zehabına kapılmasın. Bilakis ölüm teması çok ustaca işleniyor. Ayrıca içinde ölüm olmayan roman ve film yoktur diye tahmin ediyorum. Özellikle Batı meşeli filmlerde izlediğimiz ölüm sahnelerini kimimizin midesi kaldırmıyor.
Her neyse... Kahramanın bilinçaltına yerleşen ölüm duygusu ara ara hissettiriyor kendisini. Ama dilin ustaca kullanılışı, ölümün soğuk yönünü pek hissettirmiyor. Hatta kitap bittiğinde diyorsunuz ki “Ölüm bu kadar güzel miydi?” Bu başarıda esprili anlatımın da büyük payının olduğunu söylemeliyim.
Tabii konuşma esnasında kendi fikirlerini paylaşması da çok hoş olmuş. Özellikle bazı konularda yaptığı ince göndermeler kitaba farklı bir mizahî tat katmış. Mesela karma eğitim sistemine birkaç kez temas ediyor ve bunu doğru bulmadığını ifade ediyor. Benim de nispeten katıldığım bir konudur bu. Ortaokul ve özellikle lise yıllarını hatırlayacak olursak, kitapta değinildiği gibi, duyguları tam oturmamış insanlar his yanılmasına kapılabiliyor. Her tarafta konuşulduğu için midir nedir, bir arkadaşına ya da bir öğretmenine âşık olduğunu sanabiliyor. Öyle olunca dersler, kitaplar, yazılılar, notlar, yani “okul” çok sıradan geliyor öğrencilere.
Kitapta hoşuma giden özelliklerden bir tanesi de karakterlerin tahlil edilişi. İç dünyaları, düşünceleri, özellikleri başarılı bir şekilde okuyucuya anlatılıyor. Bence bir kitapta ana karakterler başarılı bir şekilde verilebilirse, okuyucu, olaylar örgüsünü daha rahat çözebilir. Burada gizemi çözmekten bahsetmiyorum. Yani önünü görerek adım atabilmek...
Kitaptaki olaylar üzerine fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü okumak isteyip de henüz okumayan kişilerin, okudukları romanın en önemli özelliği olan, “gizem” haklarına müdahale etmiş olurum diye düşünüyorum.
Bir romanın en önemli özelliklerinden biri, sürükleyici olması. Peki Gariplikler Pusulası öyle mi? Evet. Baş taraflar biraz durgun gelebilir belki. Tabii o da pek çok romanda vardır. Bunun nedeni, henüz karakterleri, çevreyi, konuyu bilmememizdir. Ama sayfaları çevirdikçe, olaylara aşina olunca artık elden bırakası gelmiyor insanın. Bir an önce bitireyim diye uykusuzluğu bile göze alabiliyor insan. Bu nedenle size tavsiyem, erken saatlerde elinize almanız :)
Hele kitabın son kısmı çok harika. Anlatıp da gizemine halel vermek istemiyorum. Ama o son bölüm beni çok duygulandırdı. Kitap zirve noktasında bitiyor diyebilirim. Hem de bir düşüş yaşatmadan. Zirvede bırakıyor okuyucusunu.
Efendim, kıymetli kardeşim Ahmet’in Esen Kitap tarafından yayınlanan Gariplikler Pusulası kitabı için bir şeyler söylemeye çalıştım. İnşaallah Ahmet Ay imzasını taşıyan daha pek çok kitap haberini beraber okumak nasip olur. Ama burada şu düşüncemi paylaşmama müsaade edin. Yıllar sonra Türkiye’nin tanınmış yazarları sayıldığında, Ahmet Ay isminin de anılacağına kaniyim. Tabii bunu zaman gösterecek. Yaşayan görecek. Görelim Mevla neyler? Neylerse güzel eyler.
Bu arada Sevgili Darbe’nin bu kitapla ilgili yazısına bakmanızı da tavsiye ederim. Okurken keyif alacağınıza eminim. Çok içten bir yazı... Buradan ulaşabilirsiniz.

İkram Arslan

2 yorum:

  1. Eyvallah İkram ağabey, harika bir yazı. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Kitabı elime aldığımda, isminden dolayı olacak farklı beklentiler içine girmiştim ne yalan söyleyeyim. Elimde başka bir kitap olduğu için ikinci sıraya almıştım Gariplikler pusulasını.. Ve okumaya başladım bir kaç gün beklettiğim romanı. İlk garipliği daha ilk sayfada başladı sanırım, önsöz benzeri bir yazı okuduğumu düşünürken otuz'lu sayfalarda buldum kendimi. Kendimi buldum, arkadaşları mı buldum, sıcak buldum... Baştan sona keyifle okunacak bu eser farklı bir doyumsuzluk hissi veriyor insana.. Bitmesin istiyorsunuz, ama bitiyor işte.. Herkesin kendinden, çevresinden bir çok yaşanmışlığı tadabileceği bu romanın kısa, adımlarını temkinli atan, zaman zaman suskun kalan kahraman'ın dili sevgili yazar doyumsuzluğumu kabarttı. Zaman zaman herkesin maruz kalabileceği sistemleri de eleştiriyor yazar. Gözünüzden yaş akıtıyor kimi zaman, kimi zaman güldürüyor sizi. Kimi zaman kalp atışlarınızın ritmiyle keyifle oynuyor. Daha kapsamlı, bölümlerden ya da ara başlıklarla okuru yönlendirseymiş daha iyi olurmuş sanki. Tadımlıktı, doyurmanı bekliyoruz. Bahtınız açık olsun.. Ramazan Tanıl

    YanıtlaSil