22 Ocak 2015 Perşembe

Allah’ın, insana ruhundan üflemesi


Cenab-ı Hakk’ın insana kendi ruhunda üflemesi* meselesinin çok yönlerini müfessirler izah etmişler. O izahlardan yola çıkarak bunun şöyle bir cihetinin de olabileceğini düşünüyorum:

Dünyada sayılamayacak kadar varlık olduğu halde bunların içinde akıl ve şuur sahibi olan bir tek insan var. Diğer varlıklar da canlı ve hayat sahibi. Ancak yaptıkları şeyi, bir netice gözeterek, bir anlam tartması yaparak, bir hesap çıkararak yapmıyorlar. Onlara verilen birtakım hazır programlar var, onlar o programa göre hareket ediyorlar. Bu program sayesinde arı, insanları hayrette bırakan bir tasarımda petek dokur ve içini şifalı balla doldurur. Veya inci kefali (somon balığı da öyle) suyun tersine yüzerek nesillerinin devamı için gayret gösterir.

Fakat insan... Düşüncesinde özgürdür. Kabiliyet ve yeteneklerinin sınırı bilinmiyor. Bu açıdan yaratılmışlar arasında farklı bir yerdedir.

Bir de insanın manevi özellikleri var. Sevinir-üzülür, sever-öfkelenir, lezzet alır-hoşlanmaz... Bunlar gibi özellikler de yine insanı zengin ve donanımlı bir varlık haline getirir.

Peki bu özellikler neden insana verilmiş? Önemli bir vazife görmesi gerekiyor da ondan...

Bu özelliklerden hemen hemen bütün insanlarda var. Az veya çok. Bu özellikleri kullanarak bir şeyi anlaması gerekiyor insanın. Yaratıcısını, O’nun isim ve sıfatlarını ve kâinatta olup biten şeyleri. Tabii eli yetiştiği ölçüde, aklı erdiği nispette.

Mesela “Allah’ın şuunatı” şeklinde tabir edilen bir şey var. Bunlar, Allah’ın sıfatlarında bulunan birtakım özelliklerdir ki, bu özelliklerin sevkiyle sıfatlar tecelli eder ve kâinattaki sayısız faaliyetler meydana gelir. Vazifesi biten canlıların gitmesi ve arkasından yenilerinin gelmesi hep bu şuunatla bağlantılıdır.

İşte insanda da bu şuunatın örnekleri var. Ve insan bu özelliği sayesinde kâinatta olup biten bu başdöndüren faaliyetlerin sırrını anlayabiliyor.

Mesela el becerisi “yeteneği” bulunan bir insan yeni şeyler icat etmekten keyif alır. Hele icatları tam da istediği gibi güzel olursa o zaman bunu yeni icatlar takip eder. Birbirinden güzel ve işlevsel yeniliklerin ardı arkası kesilmez.

Bu insan aynı zamanda çok güzel bir aşçılık “yeteneği” varsa, daha önce hiç yapılmamış yemekleri yaptıkça ve bunlar ilgi ve beğeni ile talep gördükçe yeni yeni yemekler yapmaya devam eder.

Aynı zamanda çok güzel bir şair olsa bu insan, yazdığı her şiir rağbet görür ve üst üste güzel şiirler kaleme alır.

Bu yetenekler uzatılabilir. Ama meramımızı anlatmamız için yeterli olacağı kanaatindeyim.

Yetenek sahip olan insan, bu yeteneklerinin her biri ortaya çıktıkça daha yeni şeyler yapmaya meylediyor. Çünkü kabiliyetlerin ortaya çıkması o insana lezzet veriyor ve onu memnun ediyor.

Peki sonsuz mükemmel sıfatlara sahip olan Allah? (Yetenek demeye dilim varmıyor. Yetenek alt-üst sınırı olan, geliştirilebilen veya körelebilen bir şey olduğu için bunun yerine “sıfat” daha uygun olacaktır.) O’nun sonsuz derecesindeki mükemmel sıfatlarının tezahürünü dünya yüzünde görüyoruz.

İşte onun icat ettiği şeylerin güzelliği, (o şey canlı ise) memnuniyeti, Allah’ı memnun ediyor (O’na has bir memnuniyet. İnsanlardaki gibi kusurlu değil elbette) ve böylece ardı arkası kesilmeyen faaliyetleri müşahede ediyoruz dünya yüzünde. Sınırlı olan dünyaya sınırsız faaliyetler sığmayacağı için görevini yapan varlıklar, yenilerine yer açmak üzere gidiyor.

Özetle, Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesi, O’nu daha iyi anlayabilmesi için insanın ruhuna bazı numunelerin Allah tarafından yerleştirmesi şeklinde anlaşılabilir. Böylece insan kıyaslama yapabiliyor. Kendi yaptıklarından yola çıkarak Allah’ın şuunatını az da olsa anlayabiliyor. (Sınırlı insan elbette sonsuz mükemmellikte olan Allah’ın şuunatını tam kavrayamaz. Ancak bu özelliklerin bulunduğunu anlayabilir.)

Bu, aynı zamanda müfessirlere “Allah’ın şuunatını siz nereden bilebilirsiniz ki?” diye itiraz edenlere de bir cevap mahiyetindedir. Çünkü ortadaki eseri inceleyince bu özelliklere ulaşıyor insan. 
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

----------
*Buhari, Müslim ve Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den yaptıkları rivayetlerinde, Ebu Davud’un da Hz. Ömer’den yaptıkları rivayette Allah’ın, insanlığın atası Hz. Âdem’e kendi ruhundan üflediği ifade ediliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder