9 Aralık 2014 Salı

Mustafa İslamoğlu’nu eleştirirken



Mustafa İslamoğlu’nun din büyükleri hakkındaki iddiaları, ilk defa söylediği şeyler değil. Yıllardır dile getiriyor. Ancak bu son zamanlardaki söyledikleriyle daha bir önplana çıkar oldu. Bunda üslubunun sertleşmesinin katkısı da var. Böylece günlerce gündemden düşmez oldu. Bu mevzuya bilahare değineceğim ama önce başlangıç kabilinden başka bir mevzuya değinmeyi uygun görüyorum.
Medyanın insanın fikirlerinin teşekkülü üzerindeki tesiri çok büyük. Hele günümüzde çok daha ileri noktaya varmış durumda. Hiç görmediğimiz, bilmediğimiz yerlere dair bilgiler öğreniyor, sanki görmüş gibi malumat sahibi olabiliyoruz bu sayede. Fakat bunun bir yönü daha var. Medyada anlatılan her şey doğru değil. İşte mesele de burada düğümleniyor. Orada nasıl anlatılıyorsa insan da öyle değerlendiriyor ve işin aslının, esasının ne olduğunu araştırmadan hemen öyleymiş gibi hükmedebiliyor.
Bunu şu örneğe dayanarak söylüyorum: Önceki gün birkaç arkadaşımızla sohbet ederken konu Mustafa İslamoğlu’nun son zamanlarda gündeme gelen konuşmalarına geldi. Fakat öyle hızlı geldi ki, İslamoğlu dinden çıkmış gibi ifadeler söylenerek birkaç dakika içerisinde hakkında hüküm verildi ve konuşmalar bu minvalde devam etti.
Ben gerekçesini sorunca, onun Abese suresindeki mealini örnek verdiler ve buradaki mealinde Hz. Muhammed’e (a.s.m.) “kibirli” dediğini ileri sürdüler. Dolayısıyla peygambere bu şekilde hakaret edenin dinden çıkacağını söylediler. Fakat ilginçtir ki, Mustafa İslamoğlu’unun söz konusu kitabını alıp da okuyan yoktu. Hepsi medyada gördüklerine göre konuşuyorlardı.
Evet, Mustafa İslamoğlu Hayat Kitabı KUR'AN Gerekçeli Meal-Tefsir isimli mealde Abese suresinin ilk ayetindeki hepimizin “yüzünü ekşitti” şeklinde okuyageldiğimiz ifadeyi “surat astı” olarak tercüme ediyor ve burada surat asanı “kibirli adam” olarak niteliyor. Fakat ikinci ayetin hemen sonuna konan bir dipnot var. Orada şöyle bir açıklamaya yer veriliyor:
“Özetle; 1 ve 2. âyetteki muhatap (yani “o kibirli adam”) Velid b. Muğire b. Şube* veya Ubey b. Ka’b, 3 ve 4. âyetteki muhatap ise Hz. Peygamber’dir.”
İslamoğlu, ilk iki ayette kastedilenin Hz. Muhammed (a.s.m.) olmadığını söylemiş. Belki yanlış... Nitekim meal ve tefsirlerin kahir ekseriyetinde burada kastedilenin Allah Resulü (a.sm.) olduğu söyleniyor. Ama İslamoğlu, “o kibirli adam”la kimi kastettiğini bu dipnotta açıkça belirttiği için buradan hareketle onu sıkıştırmak ve daha ileri giderek "zındıklıkla" suçlamak çok cüretli, dahası çok mesuliyetli bir hüküm olur.
Oysa “zan”dan yola çıkarak bir insanı zındık diye nitelemeye kimsenin hakkı yoktur.
Çok uç bir örnek olacak ama Medine münafıklarının kâfirlerden daha dehşetli olduğu herkesin malumu. Allah Resulü ferasetiyle kimin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ayrıca Uhud’da da, Hendek’te de, Tebük’te de Müslümanları yüzüstü bırakıp ayrılanlar onlardı. Buna rağmen açıkça onları tekfir etmedi.
İtidalli olmak lazım. Ortaya atılan bir iddia varsa ona cevap vermek icap eder. Çok şükür bunu yapanlar da az değil...
Fakat tekfir etmek... Bu çok ayrı ve uzak durulması gereken bir şey. Birisini dinsizlikle itham etmek kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, şayet iddia edildiği gibi karşı taraf küfre girmiş değilse, iddia sahibinin imanını tehlikeye düşürür. Çünkü bu konuda hadisin işareti var. İtham edilen kişi küfürde değilse, küfür, iddia edene döner mealinde... Ve burada her iki taraf da kaybeder...
“Hadisleri inkâr ediyor” konusu da, İslam büyüklerine dair cüretkâr ifadeleri de biraz tartışmalı. Yani demek istediğim, zındık denecek kadar ileri bir noktaya taşımaz konuyu.
Söylediklerini hep bir noktaya dayandırarak dile getiriyor İslamoğlu. Dolayısıyla bunlardan rahatsız olan bir ehl-i tahkike düşen, onun iddia ettiklerinin doğru olup olmadığını bizzat araştırarak görmektir.
Yoksa sokak kavgası üslubuyla olayı hiç alakası olmayan birtakım söylemlerle “o zaten böyle bir adam” deyip fikirlerini değil de şahsını hedef alarak meseleyi halletmeye çalışmak, maalesef mütehayyir olanların dünyasında, karşı tarafın haklı olduğu izlenimini kuvvetlendirmekten öte hizmet görmüyor.
Peki İslamoğlu hakkaniyetli bir yolda mı? DEVAM EDECEK...

------------
* Buradaki “Velid b. Muğire b. ŞUBE” sehven yazılmış olmalı. Çünkü Velid’in dedesi Şube değil, Abdullah’tır. Muğire bin Şube, Taifli olup Sakif kabilesindendir ve duhât-ı Arap diye nitelenen dâhilerden birisidir. Bu zat 600’lü yıllarda dünyaya gelmiştir ki, Velid’in babası Muğire olması bir tarafa, Velid’in oğlu olan Halid bin Velid’den bile yaşça küçüktür.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder